Biz onları, o bahçe sahiplerini belalandırdığımız gibi belalandırdık. Hani, onlar sabaha çıktıklarında, bahçeyi mutlaka kesip biçeceklerine yemin etmişlerdi.
Hiçbir istisna tanımıyorlardı.
Ama onlar uyumaktayken, Rabbinden gelen bir dolaşıcı bahçeyi dolaştı da,
O, simsiyah kesiliverdi.
Sabaha çıktıklarında birbirlerine seslendiler:
"Hadi, eğer biçecekseniz ekininize erken gidin."
Yola koyuldular. Aralarında fısıldaşıyorlardı:
"Hey! Bugün oraya bir yoksul girip yanınıza gelmesin!"
Sadece engellemeye, şiddete güçleri yeten kişiler olarak erkenden vardılar.
Fakat bahçeyi görünce: "Yahu, biz yanlış gelmişiz." dediler!
"Hayır, hayır! Biz mahrum edilenleriz."
Ortancaları/ılımlı olanı şöyle dedi: "Ben size söylemedim mi? Tespih etseydiniz ya!"
O zaman dediler ki: "Tespih ederiz seni, ey Rabbimiz! Gerçekten biz zalimler olduk."
Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
"Yazıklar olsun bize, dediler, biz gerçekten azgınlarmışız!"
"Umarız, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz de her şeyimizle Rabbimize yöneliriz."
İşte böyledir azap! Âhiretin azabı ise gerçekten çok daha büyüktür. Bir bilselerdi!
(Yaşar Nuri ÖZTÜRK)
Biz bunlara da bela verdik, şu bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi: Hani onlar, sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
İstisna da etmiyorlar(Allah dilerse biçeriz demiyorlar)dı.
Fakat onlar uyurlarken hemen (gönderilen) dolaşıcı bir bela, onu sardı da,
Bahçe simsiyah kesiliverdi.
Sabahleyin birbirlerine seslendiler:
Haydi devşirecekseniz erkenden ekininize gidin diye.
Derken yürüdüler; fısıldaşıyorlardı:
Sakın, bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın diye.
Devşirebileceklerini umarak erkenden gittiler.
Fakat bahçeyi görünce: "Herhalde biz yolu şaşırdık." dediler.
Hayır, doğrusu biz mahrum bırakıldık!
Orta(yolda giden iyi)leri: "Ben size demedim mi? Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez miydi?" dedi.
Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zulmedenlermişiz! dediler.
Dönüp birbirlerini kınamağa başladılar:
Yazık bize, dediler, biz azgınlarmışız!
Belki Rabbimiz, bize onun yerine ondan daha iyisini verir. Biz Rabbimize yönelir, O'ndan umarız.
İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür, keşke bilselerdi.
(Süleyman Ateş)
Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
İstisna da etmiyorlardı ("inşaallah" demiyorlardı).
Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da,
Bahçe simsiyah kesiliverdi.
Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:
"Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin" diye.
Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.
"Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın" diyorlardı.
(Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler.
Fakat bahçeyi gördüklerinde: "Biz herhalde yanlış gelmişiz" dediler.
"Yok, biz mahrum edilmişiz." (dediler).
İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: "Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?"
"Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz." (dediler).
Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar.
Yazıklar olsun bize, dediler, biz azgınlarmışız.
Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.
İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi.
(Elmalılı Hamdi Yazır)
İnnâ belevnâhum kemâ belevnâ ashâbe-lcenneti iż aksemû leyasrimunnehâ musbihîn(e).
Velâ yesteśnûn(e).
Fetâfe ‘aleyhâ tâ-ifun min rabbike vehum nâ-imûn(e).
Feasbehat ke-ssarîm(i).
Fetenâdev musbihîn(e).
Eni-ġdû ‘alâ harśikum in kuntum sârimîn(e).
Fentalekû vehum yeteḣâfetûn(e).
En lâ yedḣulennehâ-lyevme ‘aleykum miskîn(un).
Ve ġadev ‘alâ hardin kâdirîn(e).
Felemmâ raevhâ kâlû innâ ledâllûn(e).
Bel nahnu mahrûmûn(e).
Kâle evsetuhum elem ekul lekum levlâ tusebbihûn(e).
Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(e).
Feakbele ba’duhum ‘alâ ba’din yetelâvemûn(e).
Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâġîn(e).
‘Asâ rabbunâ en yubdilenâ ḣayran minhâ innâ ilâ rabbinâ râġibûn(e).
Keżâlike-l’ażâb(u) vele’ażâbu al-âḣira(ti) ekberu lev kânû ya’lemûn(e)
(Transliterasyon)
68|17|إِنَّا بَلَوْنَٰهُمْ كَمَا بَلَوْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا۟ لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ
68|18|وَلَا يَسْتَثْنُونَ
68|19|فَطَافَ عَلَيْهَا طَآئِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَآئِمُونَ
68|20|فَأَصْبَحَتْ كَٱلصَّرِيمِ
68|21|فَتَنَادَوْا۟ مُصْبِحِينَ
68|22|أَنِ ٱغْدُوا۟ عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَٰرِمِينَ
68|23|فَٱنطَلَقُوا۟ وَهُمْ يَتَخَٰفَتُونَ
68|24|أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا ٱلْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌ
68|25|وَغَدَوْا۟ عَلَىٰ حَرْدٍ قَٰدِرِينَ
68|26|فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوٓا۟ إِنَّا لَضَآلُّونَ
68|27|بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
68|28|قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
68|29|قَالُوا۟ سُبْحَٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ
68|30|فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَلَٰوَمُونَ
68|31|قَالُوا۟ يَٰوَيْلَنَآ إِنَّا كُنَّا طَٰغِينَ
68|32|عَسَىٰ رَبُّنَآ أَن يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِّنْهَآ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا رَٰغِبُونَ
68|33|كَذَٰلِكَ ٱلْعَذَابُ وَلَعَذَابُ ٱلْءَاخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا۟ يَعْلَمُونَ