(Yaşar Nuri ÖZTÜRK)
Allah da onları, o günün şerrinden korumuş, onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç vermiştir. Sabrettiklerinden dolayı onları cennet ve ipekle ödüllendirmiştir! Orada divanlar üzerinde yastıklara dayanırlar. Orada ne (yakıcı) güneş görürler, ne de dondurucu soğuk. Cennetin gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış, meyvaları da aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir. Yanlarında gümüş kablar, billur kupalar dolaştırılır. Öyle gümüş kadehler ki onları istedikleri ölçüde takdir etmişlerdir (istedikleri kadar içki alırlar). Onlara orada, karışımı zencefil olan kadehten içirilir. Bir çeşme ki adına Selsebil denir. Çevrelerinde de (öyle) ölümsüz gençler dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın. Orada nereye baksan, bir ni'met ve büyük bir mülk görürsün. (Cennet ehlinin) Üstlerinde yeşil ipekten ince ve kalın giysiler var. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirmiş(ve şöyle demiş)tir: Bu, sizin ödülünüzdür. Çalışmanızın karşılığı verilmiştir! Muhakkak Biziz, Biz ki sana Kur'an'ı parça parça indirdik. O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkara, yahut nanköre ita'at etme. Sabah akşam Rabbinin adını an. Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun zaman O'nu tesbih eyle (şanının yüceliğini an)!
(Süleyman Ateş)
Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir. Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir. Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk. Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur. Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır. Gümüşten öyle kadehler ki onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır. Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir. Bu orada bir pınardır ki, adına "selsebil" derler. Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın. Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün. Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir. (Onlara şöyle denir): "İşte bu sizin bir mükâfatınızdı. Gayretiniz karşılığını bulmuştur." Kur'ân'ı sana kısım kısım biz indirdik biz. O halde Rabbinin hüküm vermesi için sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme. Sabahakşam Rabbinin ismini an. Gecenin bir bölümünde de O'na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl). Hem de O'nu uzun bir gece tesbih et (teheccüd namazı kıl).
(Elmalılı Hamdi Yazır)
Fevekâhumu(A)llâhu şerra żâlike-lyevmi ve lakkâhum nadraten ve surûrâ(n). Ve cezâhum bimâ saberû cenneten ve harîrâ(n). Mutteki-îne fîhâ ‘alâ-l-erâ-ik(i) lâ yeravne fîhâ şemsen velâ zemherîrâ(n). Ve dâniyeten ‘aleyhim zilâluhâ ve żullilet kutûfuhâ teżlîlâ(n). Ve yutâfu ‘aleyhim bi-âniyetin min fiddatin ve ekvâbin kânet kavârîrâ. Kavârîra min fiddatin kadderûhâ takdîrâ(n). Ve yuskavne fîhâ ke/sen kâne mizâcuhâ zencebîlâ(n). ‘Aynen fîhâ tusemmâ selsebîlâ(n). Ve yetûfu ‘aleyhim vildânun muḣalledûne iżâ raeytehum hasibtehum lu/lu-en menśûrâ(n). Ve-iżâ raeyte śemme raeyte na’îmen ve mulken kebîrâ(n). ‘Âliyehum śiyâbu sundusin ḣudrun ve-istebrak(un) ve hullû esâvira min fiddatin ve sekâhum rabbuhum şerâben tahûrâ(n). İnne hâżâ kâne lekum cezâen ve kâne sa’yukum meşkûrâ(n). İnnâ nahnu nezzelnâ ‘aleyke-lkur-âne tenzîlâ(n). Fasbir lihukmi rabbike velâ tuti’ minhum âśimen ev kefûrâ(n). Veżkuri-sme rabbike bukraten ve asîlâ(n). Ve mine-lleyli fescud lehu ve sebbihhu leylen tavîlâ(n).
(Transliterasyon)
76|12|وَجَزَىٰهُم بِمَا صَبَرُوا۟ جَنَّةً وَحَرِيرًا
76|13|مُّتَّكِـِٔينَ فِيهَا عَلَى ٱلْأَرَآئِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا
76|14|وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَٰلُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا
76|15|وَيُطَافُ عَلَيْهِم بِـَٔانِيَةٍ مِّن فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا۠
76|16|قَوَارِيرَا۟ مِن فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًا
76|17|وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا
76|18|عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّىٰ سَلْسَبِيلًا
76|19|وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَٰنٌ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَّنثُورًا
76|20|وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا
76|21|عَٰلِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوٓا۟ أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٍ وَسَقَىٰهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا
76|22|إِنَّ هَٰذَا كَانَ لَكُمْ جَزَآءً وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا
76|23|إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ ٱلْقُرْءَانَ تَنزِيلًا
76|24|فَٱصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ ءَاثِمًا أَوْ كَفُورًا
76|25|وَٱذْكُرِ ٱسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
76|26|وَمِنَ ٱلَّيْلِ فَٱسْجُدْ لَهُۥ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا