Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla
Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza/fışkırıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı'na/aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene,
Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı.
O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor.
İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.
Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona.
Akıl, güzellik ve güç sahibidir. Doğrulup dikildi.
En yüksek ufuktadır o.
Sonra iyice yaklaştı ve sarktı,
İki yayın beraberliği gibi, belki ondan da yakındı.
Böylece vahyetti kuluna vahyettiğini.
Kalp yalanlamadı gördüğünü.
Onun gördüğü şey hakkında kuşkuya düşüp onunla çekişiyor musunuz?
Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü.
Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında.
O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe.
O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran,
Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı.
Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.
(Yaşar Nuri ÖZTÜRK)
Aşağı kayan yıldıza andolsun ki:
Arkadaşınız sapmadı, azmadı.
O heva'dan konuşmaz.
O(nun okuduğu Kur'an) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.
Onu, mühtiş kuvvetleri olan biri öğretti;
Üstün akıl sahibi (melek). Doğruldu;
Kendisi yüksek ufukta iken.
Sonra yaklaştı, (yere doğru) sarktı.
(Muhammed ile arasındaki mesafe) İki yay uzunluğu kadar, yahut daha az kaldı.
Kuluna, vahyettiğini vahyetti.
Gönül gördüğünde yanılmadı (yalan söylemedi, gerçeği gördü).
Onun gördüğünden kuşku mu duyuyorsunuz?
Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü;
Sidretü'l-Münteha(uzak ağaç)ın yanında,
Ki onun yanında oturulacak bahçe vardır.
Sidre'yi kaplayan kaplıyordu.
(Muhammed'in) Göz(ü) şaşmadı ve azmadı.
Andolsun, Rabbinin büyük ayetlerinden bazılarını gördü.
(Süleyman Ateş)
İnmekte olan yıldıza andolsun ki,
Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı.
O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.
O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.
Onu, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti
(Ki o) akıl ve görüşünde kuvvetli (bir melek)dir. Hemen (gerçek meleklik şekliyle) doğruldu.
O, en yüksek ufukta idi.
Sonra (Cebrail ona) yaklaştı ve (aşağıya doğru) sarktı.
Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, yahut daha az kaldı.
(Allah), kuluna verdiği vahyi verdi.
Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı.
Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız.
Andolsun onu bir kez daha görmüştü.
Sidretü'lMüntehâ'nın yanında.
Ki Cennetü'lMe'vâ onun yanındadır.
Sidre'yi kaplayan kaplıyordu.
(Peygamberin) gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı.
Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.
(Elmalılı Hamdi Yazır)
Ve-nnecmi iżâ hevâ.
Mâ dalle sâhibukum vemâ ġavâ.
Vemâ yentiku ‘ani-lhevâ.
İn huve illâ vahyun yûhâ.
‘Allemehu şedîdu-lkuvâ.
Żû mirratin festevâ.
Ve huve bil-ufuki-l-a’lâ.
Śumme denâ fetedellâ.
Fekâne kâbe kavseyni ev ednâ.
Fe-evhâ ilâ ‘abdihi mâ evhâ.
Mâ keżebe-lfu-âdu mâ raâ.
Efetumârûnehu ‘alâ mâ yerâ.
Ve lekad raâhu nezleten uḣrâ.
‘İnde sidrati-lmuntehâ.
‘İndehâ cennetu-lme/vâ.
İż yaġşâ-ssidrate mâ yaġşâ.
Mâ zâġa-lbasaru vemâ taġâ.
Lekad raâ min âyâti rabbihi-lkubrâ.
(Transliterasyon)
53|1|بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ وَٱلنَّجْمِ إِذَا هَوَىٰ
53|2|مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَىٰ
53|3|وَمَا يَنطِقُ عَنِ ٱلْهَوَىٰٓ
53|4|إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْىٌ يُوحَىٰ
53|5|عَلَّمَهُۥ شَدِيدُ ٱلْقُوَىٰ
53|6|ذُو مِرَّةٍ فَٱسْتَوَىٰ
53|7|وَهُوَ بِٱلْأُفُقِ ٱلْأَعْلَىٰ
53|8|ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ
53|9|فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ
53|10|فَأَوْحَىٰٓ إِلَىٰ عَبْدِهِۦ مَآ أَوْحَىٰ
53|11|مَا كَذَبَ ٱلْفُؤَادُ مَا رَأَىٰٓ
53|12|أَفَتُمَٰرُونَهُۥ عَلَىٰ مَا يَرَىٰ
53|13|وَلَقَدْ رَءَاهُ نَزْلَةً أُخْرَىٰ
53|14|عِندَ سِدْرَةِ ٱلْمُنتَهَىٰ
53|15|عِندَهَا جَنَّةُ ٱلْمَأْوَىٰٓ
53|16|إِذْ يَغْشَى ٱلسِّدْرَةَ مَا يَغْشَىٰ
53|17|مَا زَاغَ ٱلْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ
53|18|لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ ءَايَٰتِ رَبِّهِ ٱلْكُبْرَىٰٓ