Münker deyiminin karşıtı olan ve münkerin yaklaşık iki
katı yerde (40 civarında) geçen mâruf, Kur'an'ın önemli kavramlarından
biridir.
Mâruf, urf (örf), arife aynı anlamlarda ve aynı kökten kelimelerdir.
Hepsi irfan ve ma'rifet kökünden türemiş olup hepsinde
irfana uygunluk esastır.
irfan, 'bir şeyi derinden derine düşünerek idrak etmek' olduğuna
göre, mâruf, güzelliği ve iyiliği derinden derine düşünülerek
anlaşılıp kabul edilmiş fiil, söz veya gelenektir. Nitekim, yukarıda
irfana ilişkin tanımını verdiğimiz Râgıb aynı madde içinde ele
aldığı mârufu şöyle tanımlıyor:
"Güzelliği akıl veya din aracılığı ile bilinip belirlenen her fiildir."
Dinin belirlediği güzellikler, iyilikler kadar aklın belirlediği güzellik
ve iyilikler de mâruftur. Kur'an burada tekelciliğe gitmez,
sadece kendi tespit ettiklerini güzel ve iyi gösterip bağnazlık yapmaz.
Bu yüzden, mârufun bir diğer ifadesi olan örf, Kur'an tarafından
bir hukuk ve yükümlülük kaynağı olarak gösterilmiştir.
Hayatî bir kavram olarak mârufun muhtevasını ve önümüzdeki
olay ve problemdeki net boyutunu, biz tayin ederiz. Birkaç örnek
verelim:
Ebeveyn ve akraba için vasıyyet, mâruf olana itibar edilerek yapılacaktır.
Yani burada, yaşanılan zaman ve mekânın akla uygun
kabulleri esas alınır, (bk. 2/178) Aynı yaklaşım işletilerek; diyette,
boşanmada, mehir, doğan çocuğun bakımı, boşanmış eşlerin
nafakası, eşler arası ilişkiler, süt emziren kadının hakları vs. hep
mârufun esas alınması suretiyle çözüme ulaştırılacaktır. (2/178,
180, 228-263; 4/5-8, 19, 25; 65/2, 6)
2|178| Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır.
Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, dişiye karşılık dişi...
Kim kardeşi tarafından herhangi bir şekilde affa uğrarsa, bu durumda örfü izlemek
ve affedene en güzel biçimde bir ödeme yapmak gerekir. İşte bu, Rabbinizden size bir
hafifletme ve bir rahmettir. Kim bundan sonra azgınlık ve düşmanlık ederse onun için korkunç bir azap vardır.
2|180| İçinizden birine ölüm geldiğinde, eğer bir hayır bırakacaksa, üzerinize yazılan şudur: Ana-babaya, akrabaya, örfe uygun vasiyette bulunmak. Takva sahipleri üstüne bir hak olarak...
Boşanmış kadınlar kendi başlarına üç âdet ve temizlenme süresi beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanmakta iseler, Allah'ın onların rahimlerinde yarattığını saklamaları kendilerine helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde herhangi bir şekilde barışmak isterlerse eşlerini geri almaya herkesten daha çok hak sahibidirler. Kadınlar, örfe uygun biçimde, sorumluluklarına benzer hakları da vardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Boşama iki kezdir. Bunun ardından ya iyilikle tutmak ya da güzelce serbest bırakmak gerekir. Onlara verdiğinizden bir şeyi geri almanız size helal olmaz. Erkekle kadının Allah'ın sınırlarını korumada endişe etmeleri hali başka. Erkek ve kadının Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından kaygılanırsanız, o zaman kadının verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Bunları aşmayın. Allah'ın sınırlarını aşanlar, işte onlar, zalimlerin ta kendileridirler.
Bütün bunların ardından erkek, kadını boşarsa artık bundan sonra başka bir eşle nikâhlanıncaya kadar ilk erkeğe helal olmaz. İkinci erkek kadını boşadığında, boşanan kadınla ilk erkek Allah'ın sınırlarını koruyabileceklerini düşünürlerse, birbirlerine dönmelerinde sakınca yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır ki, Allah bunları bilgi sahibi bir topluluğa açıklar.
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamladılar mı ya onları örfe uygun olarak tutun yahut da örfe uygun olarak serbest bırakın. Onları, zulmetmeniz için, zararlarına olacak bir biçimde, tutmayın. Bunu yapan, öz benliğine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini eğlence aracı yapmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve kendisiyle size öğüt vermek için indirdiği Kitap'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah herşeyi çok iyi bilmektedir.
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikâhlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah'a ve âhiret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir. Allah bilir ama siz bilmezsiniz.
Anneler çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler için- tam iki yıl emzirirler. Annelerin yiyeceklerini ve giyeceklerini örfe uygun biçimde hazırlamak çocuğun babasına aittir. Hiçbir benlik yaratılış kapasitesi dışında birşeyle yükümlü tutulamaz. Anne çocuğu yüzünden, çocuğun babası da kendi çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçı için de aynı ilke uygulanır. Eğer anne-baba karşılıklı anlaşma ve danışma sonucu çocuğu sütten kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak belirlediğiniz ücreti güzelce teslim etmek şartıyla, bunu yapmanızda bir günah yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı en iyi biçimde görmektedir.
İçinizden ölüp de geriye zevceler bırakanların bu eşleri, dört ay on gün kendi başlarına beklerler. Sürelerini tamamladıklarında kendilerince uygun gördüklerini örfe uygun biçimde yapmalarında sizin için bir sakınca yoktur. Allah, yapmakta olduklarınızdan gereğince haberdardır.
İddet bekleyen kadınlara evlenme isteğinizi dolaylı yoldan anlatmanızda veya böyle birşeyi içinizde saklamanızda sizin için hiçbir günah yoktur. Allah bilmiştir ki, siz onları mutlaka anacaksınız, unutmayacaksınız. Bu sırada onlarla, örfün normal göreceği sözlerle konuşma dışında gizli bir buluşma için anlaşmayın. Ve zorunlu olan süre doluncaya kadar nikâhı bağlamaya girişmeyin. Bilin ki, Allah, benliklerinizin içindekini bilir. O'ndan sakının. Ve bilin ki, Allah çok affedicidir, çok yumuşak davranışlıdır.
Kendilerine dokunmadan veya onlar için herhagi bir mehir belirlemeden kadınları boşamanızda sizin için günah yoktur. Ancak onları nimetlendirin. İmkânları geniş olan kendi gücünde yapar bunu, imkânları sınırlı olan da kendi gücünde yapar. Örfe uygun bir nimetlendirme... Güzel düşünüp güzel davrananlar üzerine bir borç...
Bir mehir belirlemişseniz ve kadınları hiç dokunmadan boşamışsanız, kesiştiğiniz mehirin yarısını verin. Ancak kadınların vazgeçmesi ile, nikâh bağı elinde bulunan erkeğin durumu müstesna. Erkekler olarak sizin vazgeçmeniz takvaya daha yakındır. Aranızdaki lütufkârlık farkını unutmayın. Allah, yapmakta olduklarını en iyi şekilde görmektedir.
Namazları/duaları ve orta namazı/orta duayı koruyun. Tam bir saygıyla Allah'ın huzurunda kıyam edin.
Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek veya binit üzerinde kılın. Güvene kavuştuğunuzda bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin.
İçinizden ölüp de geriye eşler bırakan erkekler, eşlerinin evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Eğer kendileri çıkarlarsa, onların kendileri için yararlı gördüklerini yapmaları yüzünden size bir günah yoktur. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Boşanmış kadınlar için örfe uygun bir geçim imkânı sağlanması Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor.
(Bakara Suresi, 228-242. Ayetler)
Kadınlara mehirlerini nazik ve cömert bir şekilde örf ve çevrenin kabullerine uygun olarak verin. Eğer ondan birazını kendileri kişisel istekleriyle size sunmuşlarsa artık onu içinize sine sine yiyin.
Allah'ın sizin için ayakta durma aracı yaptığı mallarınızı kendini bilmez beyinsizlere vermeyin, o mallar içinden onlara rızık ayırın, onları giydirin ve onlara tatlı ve işe yarar bir söz söyleyin.
Yetimleri, nikâh çağına gelmelerine kadar gözetleyip deneyin. O zaman onlarda içinize sinecek bir olgunluk ve erginlik görürseniz, mallarını onlara geri verin. Büyüyecekler diye bu malları tez elden saçıp savurarak yemeyin. Zengin olan, iffetli davransın. Fakir olan ise örfün gerekli kıldığı oranda yesin. Mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman yanlarında tanıklar bulundurun. Hesap sorucu olarak Allah yeter.
Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.
Mirasın paylaştırılmasında hısım-akraba, yetimler, yoksul ve çaresizler de hazır bulunurlarsa, ondan onları da rızıklandırın ve onlara güzel ve hoş bir söz de söyleyin.
(Nisa Suresi, 4-8. Ayetler)
4|19| Ey iman edenler! Kadınlara, zor ve baskı kullanarak mirasçı olmanız size helal olmaz. Kendilerine vermiş bulunduğunuz şeylerin bir kısmını çarpıp götürmek için onları sıkıştırmanız da helal değildir. Kanıta bağlanmış bir fuhuş yapmaları hali müstesna. Onlarla iyi ve güzel geçinin. Onlardan tiksindinizse olabilir ki, siz bir şeyi çirkin bulursunuz da Allah, ona çok hayır koymuş olur.
4|25| İnanmış hür kadınları nikâhlama genişliğine gücü yetmeyeniniz, ellerinizin altındaki genç, mümin köle kızlardan biriyle evlensin. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hep birbirinizdensiniz. O halde onları, ailelerinin izniyle nikâhlayın. Gizli dost edinmeyerek, zinadan uzak kalarak, iffetli hanımlar olmaları şartıyla onların mehirlerini örfe uygun bir biçimde verin. Evliliğe geçtikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezasının yarısı uygulanacaktır. Bu, köle ile evlenme yolu, günaha ve sıkıntıya girmekten korkanınız içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok affedici, çok merhametlidir.
65|2| Sürelerini doldurma noktasına geldiklerinde o kadınları ya örfün gerektirdiği biçimde tutun
yahut da yine örfün gerektirdiği şartlarla onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de tanık tutun.
Tanıklığı Allah için tam bir biçimde yapın. Allah'a ve âhiret gününe inanan kişiye işte bu şekilde öğüt verilmektedir. Kim Allah'tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu nasip eder.
65|6| O kadınları, imkânlarınız ölçüsünde, barındığınız yerin bir kısmında barındırın.
Onları baskı altında tutmak için onlara zarar verme yönüne gitmeyin. Eğer hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Eğer sizin için çocuk emziriyorlarsa, ücretlerini de verin. Aranızda örfe uygun biçimde konuşup tartışın. Eğer anlaşmakta zorluk çekerseniz o zaman, doğmuş olan çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir.
Mârufun değişmezleri veya evrensel ilkeleri vahiy tarafından verilir;
ancak ayrıntılar akla, zamanın gelişimine bırakılır. İnsanın elikolu
daima açık, beyin ve gönlü sürekli hür olmalıdır. İnsan, bu
hürriyeti kullanarak, bulunduğu günün şartlarına göre mârufun
içini dolduracaktır. Bu, sürekli bir düşünce ve ilim faaliyetini
gerektirir ki buna içtihat dendiği bilinmektedir.
Münkere karşı çıkılması nasıl bir iman ve insanlık borcuysa,
mârufun özendirilmesi de bir iman ve insanlık borcudur. (3/104,
114; 9/71) Bu yüzdendir ki Kur'an, münkere engel olma (nehy
anil münker) ile mârufu yayıp desteklemeyi hemen daima yan
yana kullanır ve bu ikisini mensuplarının niteliklerinden biri
olarak ortaya koyar.
3|104| İçinizden hayra çağıran, doğruluk ve güzelliği belirlenene özendiren, kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındıran bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere erenler işte onlardır.
İçinizden hayra çağıran, doğruluk ve güzelliği belirlenene özendiren, kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındıran bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere erenler işte onlardır.
Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır.
Gün gelir bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: "İmanınızdan sonra küfre mi düştünüz? Hadi, saptığınız küfür yüzünden tadın azabı!"
Yüzleri ağaranlara gelince, onlar, Allah'ın rahmeti içindedirler. Sürekli ondadır onlar.
Bunlar sana Allah'ın ayetleri. Hak olarak okuyoruz sana onları. Allah, âlemlere zulüm istemiyor.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İş ve oluşlar Allah'a döndürülür.
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyilik ve güzelliği belirlenmiş olana özendirirsiniz, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan sakındırırsınız, Allah'a iman edersiniz. Ehlikitap da iman etseydi, kendileri için, elbette hayırlı olurdu. İçlerinde müminler vardır ama onların çoğu sapıkların ta kendileridir.
Biraz eziyet dışında size asla zarar veremezler. Sizinle savaşırlarsa size sırtlarını dönerler. Sonra onlara yardım da edilmez.
Allah'tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmaları dışında, nerede bulunsalar üzerlerine zillet damgası vurulur. Allah'ın hışmına uğramışlardır. Üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerine küfrediyor, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı; isyan etmişlerdi, zulüm ve azgınlık sergiliyorlardı.
Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah'ın ayetlerini okurlar.
Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyilik ve güzelliği belirlenmiş olana özendirirler, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan sakındırırlar. Hayır işlerde yarışırcasına koşarlar. İşte bunlar hayra ve barışa yönelik hizmet üretenlerdendir.
(Âli İmrân Suresi, 104-114. Ayetler)
Kur'an'da, özellikle insan hakları, aile hayatı (evlenme, boşanma,
nafaka vs.) ile ilgili ayetler sık sık mâruf ile iş görmeyi emreden
ifadeler taşımaktadır.
Mâruf, örf kökünden gelen bir kelimedir. 'Örfleşmiş, örf olarak
benimsenmiş söz, işlem ve kabul' demektir. İbadet ve iman hayatı
dışındaki konularda kural koyarken kaçınılmaz biçimde dikkate
almamız gereken 'maslahat' (kamu ihtiyaç ve yararı), örf dikkate
alınmadığında anlam ifade etmekten çıkar. Kamusal-hukuksal
alanda vahyin köşe taşı niteliğindeki temel ilkeleri korunmak
şartıyla, günlük hayatın muamelât denen faaliyetlerinin hemen
tümü maslahata göre çözülecektir. Kur'an'ın muamelât ile ilgili kuralları
daha çok, örnekleme ve ufuk açma türündendir. Örneğin,
fıkhın ukûbat (suçlar ve cezalar) kısmındaki suç ve cezalann büyük
çoğunluğu, ayet ve hadislere değil, devlet reisinin ta'zîr denen
belirlemelerine dayanmaktadır. Yani örf kaynaklıdır.
Osmanlı hukukunun tamamına yakını bu türden bir hukuktur.
Yani şeriatten çok, padişahın iradesinden kaynaklanan örfî bir hukuktur.
Ne yazık ki bazıları onu, sarığa ve sakala bakarak din kaynaklı,
hatta bizzat din sanmaktadır.
Muamelât alanının çok değişken çehresi her gün, maslahat dikkate
alınarak, örfleşmiş kabullere göre norma bağlanacaktır.
Kur'an, örfü bir hukuk kaynağı olarak benimsemektedir. "Örf
ile emret!" (A'raf, 199) ayeti bu konuda temel ilkedir.
Ancak
şunu da unutamayız: Kur'an, 51 ayetle doğrudan, 100'ü aşkın
ayetle de dolaylı olarak, atalar örfünü dinleştirmeyi, dokunulmaz
ilan etmeyi şirkin bir uzantısı olarak göstermektedir. Acaba
bir çelişme mi söz konusudur? Çelişme yoksa çözüm nedir?
Çelişme yoktur. Kur'an'ın istediği ve söylediği şudur: Örfü bir
hukuk kaynağı olarak alabiliriz, almalıyız. Ama örfü dinleştirip
ibadet ve iman alanına sokamayız. Muamelât alanında da zaman
üstü kılamayız. Örf sürekli değişir, çünkü maslahat ve muamelât
sürekli değişir. Ama esas anlamıyla din (ibadet, iman ve bir de
muamelâtın makaasıd yani temel amaçlar kısmı) asla değişmez.
O alan, Yaratıcı tarafından t üm zamanlara hitap edecek bir biçimde
yapılandırılmıştır.
Mâruf ile amaçlanan, yerel-bölgesel örfler olamaz; çünkü Kur'an
bu tür örfleri dokunulmaz kılmayı şirk saymaktadır. Ancak, insanlığın
ortak-evrensel değerler halinde belirginleşmiş kabulleri vardır.
Kur'an, bu ikinci kabullere yer vermemizi istiyor. Yani
mâruf,
ortak-evrensel insanlık değeri anlamında örfleşmiş kabul ve kuralların
adıdır.
Kural olarak, örfün yöreselliğini de unutmamalıyız. Örf, ortak
değer kabul edildiği zeminde hüküm ifade eder. Eğer ortak-evrensel
insanlık örfleri söz konusu ise bu elbette ki herkesi bağlayacaktır.
Örneğin
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bu türden bir
örf belgesidir. Bu belge tüm insan toplumlarını bağlar.
Başka bir deyişle, mâruf ile emretmenin yerel örflerle emretmek
şeklinde değerlendirilmesi Kur'an'a aykırıdır. Mâruf ile emretme,
çok az konuda yerel örfle iş yapmak olabilir.
Evrensel bir din
olan İslam'ın örf anlayışı, onun çapına uygun olarak elbette ki
evrensel örflere yollamayı öncelikli kılar. Bunun bir anlamı da
şudur: İslam, hiç kimseye kendi toplumunun örfünü din veya
hukuk yapma yetkisi vermez. Bu gerçek göz ardı edildiği içindir
ki bugünkü İslam dünyası, Arap örflerinin egemenliğine
girmiş ve birçok konuda Arap örfüyle din eşitlenir olmuştur.
Günümüzde sürekli ortaya sürülen ve kutsallığı ilan edilen 'şeriat',
Kur'an'ın evrensel ilkelerinden çok, yüzyıllar içinde oluşmuş
örf ve yorumların bir toplamıdır.
Bugün insanlık camiasının ortak-evrensel kabulü haline gelen
değerler yani öncelikle mâruflaşan değerler, insan haklan ile ilgili
kabullerdir.
İnsan hakları her devirde ve her yerde peygamberlerin getirdiği
mesajın temel hedeflerinin ifadesidir. Vahyin insan hayatına sokmak
istediği en hayatî değerler, insan hakları başlığı altında toplanabilecek
değerlerdir. Kur'an'ın özü ve amacı da budur.
Hz.
Peygamber, insan haklarının tüm zamanların ve mekânların
temel amacı olduğunu gösteren muhteşem sözlerinden birini,
İslam öncesi devirde üyesi olduğu ünlü
'Hilfu'l-Fudûl'
(Erdemliler Paktı) derneği ile ilgili bir soruyu yanıtlarken söylemiştir.
Mazlumları korumayı amaç edinen bir grup insanın
oluşturduğu Hilfu'l-Fudûl'a neden katıldığı sorulduğunda şöyle
diyor:
"Böyle bir derneğe İslam devrinde de çağrılsam katılırdım. Böyle
bir şeyi en değerli nimetlere bile değişmem." (İbn Hanbel'den
naklen İbn Kesir)
Günümüz dünyasında, mâruf kavramının ifadesi sayılabilecek
çok önemli belgeler-bildirgeler oluşturulmuştur. İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi bunların başında gelmektedir. Ne ilginçtir ki,
bu evrensel mâruflar belgesinin altında İslam ülkelerinin sadece
bir tanesinin imzası vardır: Türkiye. Bu nokta bizce, Türkiye'nin
gerçek İslam açısından taşıdığı anlamı, önemi ve işgal ettiği yeri
göstermede altı birkaç kez çizilecek önemdedir.
Mâruf, öncelikle ortak insanlık kabulleri olunca, hiçbir Müslüman'ın,
insanlık toplumundan kopmaya, insanlığın ortak kabullerine
aykırılığı din gibi algılamaya hakkı yoktur. Örneğin, hiç
kimse insan haklarının gereksizliğini, kadın haklarının Batı'nın
bir uydurması olduğunu, Ortadoğu despotizmlerinin iyi bir yönetim
şekli olabileceğini İslam adına ileri süremez.
Aynen bunun gibi, hiçbir Müslüman yönetim, ortak insanlık değerlerinin
(örneğin insan haklarının) ihlalini bir 'iç mesele' sayarak
insanlık toplumunun bu konudaki müdahalelerine karşı çıkamaz.