Künyesi, "Ebu'l-Beşer". İlk insan ve genel kanıya göre, "ilk peygamber".
ÂDEM sözcüğünün ait olduğu dil konusu tartışmalıdır. İbranice'deki "adama"dan veya Süryanice'deki "adam"dan geldiğini söyleyenler yanında, büyük çoğunluk, Arapça'daki e-d-m kökünden türeyen bir kelime olduğu kanaatindedir. Bu kökten türeyen diğer kelimelerin anlamlarıyla âdem kelimesinin anlamları arasında ilişki arayan bu çoğunluk şöyle demektedir:
Ona Âdem denmesinin sebebi arzın ediminden, yani dış yüzündeki topraktan yaratılmış bulunmasıdır.Nitekim ona insan denmesi de "nisyan" yani unutkanlıkla malûl (sıfat - Hasta (kimse)) bulunması yüzündendir.
"e-d-m" kökünden gelen el-üdme (yakınlık, vesile, karışıklık, esmerlik, pembelik), idam (katık), edîm (cilt, dış yüz), edeme (cildin iç kısmı, günün en parlak zamanı) kelimeleriyle, âdem arasında da anlam bağlantıları düşünülmüştür (bk. İbn Manzûr; Lisanü'l Arab, e-d-m mad. Râgıb, Müfredat; aynı mad.). Ünlü sûfî filozof İbn Arabî (ölm. 1240) ise "Ona âdem denmesi, sadece dış yüzünün bilinebileceği, iç zenginliklerinin hakkıyla keşfedilemeyeceği gerçeğine dayanır", yolunda filolojik incelikle mistik inceliği birleştiren bir izah vermektedir (bk. el-Fütûhat, 2167-68) Kur'an'ın âdem anlayışı ile Tevrat ve İncil'in anlayışları arasında ortak noktalar bulunmakla beraber önemli farkların mevcut olduğu da dikkat çekmektedir.
Kitab-ı Mukaddes'in ÂDEM hakkındaki beyanları Tekvin'in 2. babı ile 5. babı arasında yer almaktadır. Kitab-ı Mukaddes'le, Kur'an'ın beyanlarında ortak noktalar şunlardır:
1- Âdem topraktan yaratıldı.
2- Âdem, işlediği hata yüzünden cennetten çıkarıldı.
3- Tanrı, Âdem'e eşyanın isimlerini öğretti...
Farklı noktalara gelince:
1- Kitab-ı Mukaddes'in, Âdem ve eşinin hata işlemelerine sebep olarak, yılanın aldatmasını göstermesine mukabil, Kur'an, şeytanın aldatmasından bahsetmektedir.
2- Havva'nın yaratılışına ait "kaburga kemiği" Kur'an'da yer almamaktadır.
3- Âdem'le Havva'nın edep yerlerinin açılması, Kur'an'a göre, hatayı işlemelerinden sonra vuku bulmuştur. Kitab-ı Mukaddes ise, bunun daha başlangıçta böyle olduğunu, hatta Âdem ve eşinin utanma duygusunun bulunmadığını söylemektedir.
4- Edep yerlerini örtmek için yapraklarından yararlandıkları ağacın adı, Kur'an'da geçmemektedir.
5- Âdem'in kaç yıl yaşadığı hususunda Kur'an'da bir açıklık yoktur. Kitab-ı Mukaddes ise Âdem'in, 930 yıl yaşadığını söylemektedir.
Daha genel ifadelerle söylersek, Kur'an, Âdem kıssasının şekil yönü ve ibret için lüzumlu olmayan ayrıntıları üzerinde durmamış; onun, insanlık tarihi ve insan varlığı bakımından dikkate değer noktalarını kayda geçirmiştir.
Yine, Kitab-ı Mukaddes'in aksine, Kur'an, erkek ve kadının sonsuz çilelerine sebep olarak ilk yanılmayı (ilk günahı) gösteren bir tutum içine girmemiştir.
Kitab-ı Mukaddes'in, yanılmaya sebep gösterdiği yılanı hiç anmayarak, zellenin bütün kötü sonuçlarını insanın sırtına yüklemesine mukabil, Kur'an, yanılmaya sebep olan vesvesenin sahibi şeytana çatmıştır. Tanrı, insanın tarafını tutan bir eda ile şeytanla adeta çekişme içinde gösterilmiştir.
Kısacası, Kur'an, insanı alabildiğine hırpalamak yerine, onun şeytana karşı daha dikkatli davranmasını sağlamak yönüne gitmiştir. Bir cümle ile ifade etmek gerekirse, Kur'an'ın beyanına göre, bu "ilk günah" (zelle-i asliyye) olayında, Allah her şeye rağmen insanın yanında, Tevrat'a göre ise karşısındadır.
Burada işaret edilmesi gereken önemli noktalardan biri de şudur: Daha ilk günden beri, İslam literatüründe yerini almış bulunan Âdem ve onunla ilintili yaratılış, ilk günah, cenetten çıkarılma hikayesi (kıssası) maalesef büyük kısmıyla İsrailiyât (Yahudi-Hıristiyan mirası) kaynaklıdır. Ne yazık ki, birçok ünlü İslam bilgini bile bu İsrailiyâtı eserlerine almaktan uzak kalamamıştır. Bu konuda yazılmış peygamber kıssalarının hemen hemen tümünde, bu arada Türk dilinde çok okunan ve Ahmed Cevdet Paşa (ölm. 1895) gibi bir şöhret tarafından yazıldığı için güvenilen "Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa" adlı eserde İsrailiyât egemen durumdadır. Cevdet Paşa'nın o eserde, peygamberlerle ilgili olarak verdiği bilgiler büyük kısmıyla İsrailiyât'a dayanmaktadır.
İSLAM KAYNAKLARINDA ÂDEM KISSASI
1. Âdem, İnsanlığın İlk Peygamberidir:
İslam bilginleri, Âdem'in ilk peygamber olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak, bu peygamberliğin nebîlik mi, resullük mü olduğu tartışmalıdır. Tartışmalı noktalardan biri de, Âdem'in, ilk insan olup olmadığıdır. Bu tartışma, meleklerin, Âdem'in yaratılışına itirazlarındaki ifadededn kaynaklanmaktadır. Allah, "Yeryüzüne bir halife atayacağım." dediğinde melekler: "Yeryüzünü fesada verecek, kanlar dökecek birinimi atayacaksın ?" diye endişelerini belirtmişlerdi.Bakara Suresi 30. Ayet
Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz." Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim." (Bakara, 30)
Bu ifade akla şu soruyu getirmektedir:
Âdem'den önce bir örneği yaratılmamışsa, melekler, insanın fesada eğilimli ve kan dökücü olduğunu nasıl ve nereden bilsinler ?
Muhyiddin İbn Arabî gibi bazı düşünürler, bildiğimiz Âdem'den önce, başka Âdemler yaşadığı kanaatinde israrlıdırlar. Ancak Âdem'den önce başka âdemlerin yani bugünkü insan neslinden önce başka insan nesillerinin olduğu yolundaki fikrin babası 148/765 yılında ölen İmam Cafer Sadık'tır.
Kur'an'ın beyanından anlaşılan da budur. Çünkü halife, daha önceki birinin yerine geçen, yani halef demektir. Kur'an'ın kullanımı bakımından bunun siyasal anlamdaki halifelikle, devlet veya ümmetin başkanlığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu anlamlar, siyasal hesapları dinleştirmek için sonraki zamanlarda Kur'an'a yüklenmiş zorlama yorumlardır.
2. Âdem'in Yaradılışı Meselesi:
Az önce de belirttiğimiz gibi, Âdem'in yaradılışı meselesi, daha başlangıçtan beri, İslamî literatürde İsrailiyâtla karıştırılmış bir şekilde verilegelmiştir. Bunların İslamî olan kısmıyla, yabancı olanlarını ayırmak için Kur'an'ın beyanlarını dikkatli bir biçimde değerlendirmek gerekir.Âdem'in yaradılışı konusunda ilk tespit edilecek nokta, onun topraktan ve bir tekâmül süreci içinde yaratıldığıdır. bu yaradılışın topraktan olduğunu belirten ayetler, dolaylı yoldan, onun birden bire değil, bir tekâmül sonucu gerçekleştiğini de ifade etmektedirler. İlgili ayetler, yaratılıştan söz ederken, bazen "türab" (kuru toprak), bazen "tîn" (çamur), bazen hame' (uzun süre beklemiş cıvık çamur), bazen "salsâl" (vurulunca ses veren kurutulmuş çamur) ifadelerini kullanmaktadırlar. Burada, kuru topraktan çamura, oradan da şekil verilmiş, kurutulmuş ve vurulunca ses veren bir "mamul" maddeye doğru bir tekâmül dikkatimizi çekmektedir. Nitekim hame' ve salsâl tabirlerinin geçtiği ayette, bu çamurların mesnûnsıfatıyla nitelendirildiğini görüyoruz. Bu kelime, belirli bir şekle uygun olarak planlanmış, tertip edilmiş vs. gibi mânâlar taşıdığına göre, iradeli bir tekâmülün, Âdem'in yaradılışına hakim kılındığını kabul gerekir. Nitekim, insanın yaradılışının daha ileri aşamalarından söz eden ayetler, insanın nutfe (meni) ve alak (embriyo, kan pıhtısı)dan yaratıldığını beyan etmekle bu tekâmüle bir kere daha dikkat çekmektedir.
Âdem'in şekli ve bedeni üzerindeki bu aşamalı oluşumla, tanrısal "nefha" olan ruhun üfürülmesi arasında bir zamanın geçtiği de Kur'an'ın beyanları cümlesindendir. Kısaca ifade etmek gerekirse, denebilir ki, Âdem'in gerek beden yapısı, gerekse taşıdığı ilahî emanetin, yani ruhun kendisine verilmesi bakımından bir tekâmüle tabi tutulduğunu kabul etmek Kur'an ayetlerinin bünyesine uygun olur. İlave edebiliriz ki, babamız Âdem'in bu serüveni, yine Kur'an'ın ifadelerinden çıkarılıcak bir sonuç olarak, teker teker hepimizin yaradılış macerası şeklinde değerlendirilebilir.
Hicr Suresi 28-29. Ayetler
Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, "Ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım." demişti. "Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın." (Hicr, 28-29)
3. Âdem'in Kovulduğu Cennet:
Kur'an ve hadislerde yeri ve mahiyeti belirtilmeyen bu cennetin müminlere vaadedilen ölüm sonrası cennet mi, yoksa bağlık bahçelik, sulu, meyveli arazi anlamında yeryüzünün herhangi bir yeri mi olduğu hususu ihtilaflıdır. İçlerinde ashab ve tabiûnun da bulunduğu büyük çoğunluk, bu cennetin yeryüzünde, huzur ve refah dolu bir bölge, bir toprak parçası olduğu kanaatindedir.4. Âdem'e Öğretilen ve meleklerin Bilemediği İsimler:
Bu isimlerin mahiyetine de Kur'an'da temas edilmemiştir. İslam alimierinin bir kısmı bunların insanların anlaşmalarına yarayan bütün isimler olduğunu söyler. Bazıları, bunlar, meleklerin isimleriydi, bazıları âdemoğullarının isimleriydi, bazıları da bilimsel kavramların ve eşyaya ait özelliklerin adlarıydı demişlerdir.ÂDEM KISSASININ GENEL-FELSEFİ DEĞERLENDİRİLİŞİ
Baş tarafta da işaret ettiğimiz gibi, Kur'an-ı kerim, Âdem kıssasına, şekil yönünden ve ayrıntıya itibar eden bir bakışla eğilmemiş, insanın yaratıcı bir düşünce oluşturmasına yardımcı olmak için meselenin temel unsurlarına dikkat çekmiştir. Bununla da kalmayarak, ilk insanının günahına, ebediyen sırtlarında taşıyacakları ve hatırladıkça eziklik, aşağılık duyacakları bir suç olarak bakmamış, aksine, onu insanın gelişme ufkunu açan bir imkân gibi değerlendirmiş ve daha ilginci, Yaratıcı'yı insanın yanında göstererek âdemoğullarının ümit ufuklarını aydınlık tutmuştur.Bahtiyarlık duyacağımız bir sonuç olarak, kur'an'ın çizdiği Âdem kıssasında insanın günahına sebep olarak insanın dışındaki bir varlık gösterilmiştir: "ŞEYTAN".
O halde, Hristiyan anlayışın aksine, Kur'an aslî günah (zelle-i asliyye) diye varedildiği günden beri insanın yakasını bırakmayan bir suç kabul etmemektedir. Buna mukabil, insanın ebediyen övüneceği bir meziyeti, isimlerin bilinmesini, insanın bizzat kendisine malederek, ona ebedi bir ümit ve saadet kapısını daha o günden aralamıştır. Halbuki asli günah düşüncesine bünyesinde çok önemli bir yer veren Hristiyanlık'ta, insan daha doğuştan günahkardır. Dünyaya gözlerini açar açmaz sırtında, utanmasına, ezilmesine, sefil olmasına sebep olan bir kambur bulunmaktadır. Bundan daha kötüsü, bu kambur, bazı insanların aracılığı olmadan insanın sırtından düşmemektedir. Bu demektir ki, insan hiçbir zaman kendi imkanlarını kendi kullanabilen hür bir benlik olamayacaktır. Bu kapı ona ezelden kapatılmıştır.
Hristiyanlığın aksine, Kur'an'ı Kerim, Hubût-i Âdem (Âdem'in cennetten sürülüşü) dediği olayı över ve insanlığın lehine bir gelişme olarak kaydeder. Gerçekten de Hubût-i Âdem, insanın seçme yeteneği olan bir benliğe kavuşmasını ifade etmek bakımından, hürriyet meselesinde son derece kıymetli bir olaydır. Muhammed İkbal (ölm. 1938) şöyle diyor:
Makine gibi, davranışları önceden belirlenmiş bir varlıktan hayır doğmaz. Bu itibarla hürriyet, hayır için ilk şarttır. Ancak seçme gücü olan fani bir benliğin kendisine açık olan yolların sayısız kıymetlerini nazara aldıktan sonra, ortaya çıkmasına müsade etmek, cidden büyük bir tehlikeyi göze almak olur; çünkü hayrı seçmek hürriyeti, hayrın aksini seçmek hürriyetini de içerir. Cenab-ı Hakk'ın bu tehlikeyi göze almış olması, O'nun insana olan büyük güvenini gösterir. Bu güveni haklı çıkarmak şimdi insana düşen vazifedir. Belki de "en güzel biçim " üzere yaratılıp, sonra da "en düşük seviyeye indirilen bir varlığın gizli kuvvetlerinin terbiye edilmesini mümkün kılan yegane şey, böyle bir tehlikenin göze alınmış olmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de söylendiği gibi: "Sizi bir imtihan olarak, hayır ile de şer ile de deniyoruz." Bu itibarla hayır ve şer birbirinin zıddı olmakla beraber, aynı bütünün içinde mevcuttur. Soyutlanmış hakikat diye bir şey yoktur; çünkü gerçekler sistematik ünitelerdir ki, bütün parçaları karşılıklı münasebetlerle anlaşılabilir. (Muhammed İkbal; Reconstruction of Religious Thought in Islam, 80-82).
Kur'an yine Hristiyanlığın aksine, bütün insanların sırtına bindirilen bir "ezeli günah" kabul etmediği için Tanrı ile insan arasında "kurtarıcı" da kabul etmez. Kur'an, Hz. isa'yı Tanrı'nın ruhu olarak görmesine rağmen, Hristiyanlıktaki Tanrı ile insan arasında aracı (redeemer) fikrine şiddetle karşı çıkmaktadır.
İkbal, Hristiyanlıktaki kilise otoritesiyle "kurtarıcı-mesih" fikrinin, "insanın kendi kendine yetmezliği" tezine dayandığını, Kur'an'ın, insanın bütün gelişme imkanlarını felç eden bu tezi yıktığını ifade etmektedir. (İkbal, Islam As an Ethical and political Ideal, 67-68) Ve İkbal, nihayet şu sonuca varıyor:
Güçlü bir bedende güçlü bir irade formülü İslam'ın ahlaksal idealinin kısa bir ifadesidir. (Age. 74)
Kur'an vicdanının en büyük temsilcilerinden biri olan Muhammed İkbal, insan varlığını ve insanın yaratıcı kudretlerini tahrip eden bir numaralı belanın, bu ezeli günahın yarattığı korku olduğunu iddia etmektedir. Ona göre, "korku bütün kötülüklerin, bütün şerlerin kaynağı" (the sources of all evils) olarak görülmelidir. Şöyle diyor İkbal:
İslamın temel hedefi, insanı korkudan azâde kılmaktır. Eğer korkunun, insana egemen olan ve onun ahlaksal ilerleyişini frenleyen bir kuvvet olduğu öne sürülürse insanın da şu değerlerin bir birleşimi olduğu dikkate alınmalıdır: Kuvvet, enerji, irade, sonsuzluk gücünün tohumu. O halde insanın aslî tabiatı iradeden oluşmaktadır; zeka ve kavrayıştan değil. (İkbal, Islam As an Ethical and political Ideal, 59-66)
ÂDEM KISSASININ ANLATILDIĞI KUR'AN AYETLERİ
Bakara Suresi 30-39. Ayetler
Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamt ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz." Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim." Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz." Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alîm'sin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakîm'sin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin." Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını." Âdem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim, A'lem'im. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim." O vakit biz meleklere, "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. Ve Âdem'e şöyle buyurmuştuk: "Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve orada dilediğiniz yerde, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zulme sapanlardan olursunuz." Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de şöyle buyurduk: "Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin. Belli bir süre kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet/bir yararlanma imkânı olacaktır." Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti. Gerçekten de O, evet O, Tevvâb'dır, tövbeleri cömertçe kabul eder; Rahîm'dir, rahmetini cömertçe yayar. "Hepiniz oradan aşağı inin." dedik. Benden size bir yol gösteriş ulaşır da kim bu yol gösterişime uyarsa artık böylelerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederle de yüzyüze gelmeyeceklerdir. Nankörlüğe sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar, ateşin dostu olacaklardır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. (Bakara, 30-39)Âli İmran Suresi 33-34. Ayetler
Allah; Âdem'i, Nûh'u, İbrahim Ailesi'ni, İmran Ailesi'ni seçerek âlemlere üstün kılmıştır; Birbirinden gelen soylar halinde. Allah, hakkıyla işiten, gereğince bilendir. (Âli İmran, 33-34)Âli İmran Suresi 59. Ayet
Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi. Artık o, olur. (Âli İmran, 59)Maide Suresi 27-32. Ayetler
Onlara Âdem'in iki oğlunun haberini de gerçek olarak oku. Hani, ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmişti, ötekinden kabul edilmemişti. "Seni mutlaka öldüreceğim." dedi. Öteki: "Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder." dedi. Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmayacağım. Şu bir gerçek ki, ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da senin günahını da yüklenip ateş halkından olasın. İşte budur zalimlerin cezası!" Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye ısındırdı, o da onu öldürdü. Böylece hüsrana uğramışlardan oldu. Derken, Allah, kardeşinin cesedini nasıl saklayacağını ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O dedi ki: "Vay be! Şu karga kadar bile olamıyor muyum ki, kardeşimin cesedini saklayayım." Bu arada, pişmanlık duyanlardan olmuştu.İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır. (Maide, 27-32)