KUR'AN'IN TEMEL KAVRAMLARI

Kur'an'ı insanlık dünyasına bugün inmiş gibi ele alan kavramsal yaklaşım.

Kavram ve Tanım arasındaki fark:

“Kavram” sözcüğü “günlük yaşam içerisinde” belirli bir örnek, olay veya durum karşısında akıl ve mantık yürüterek veya hayal ederek deneyimleyip gerçekleştirdiğimiz “davranış ürettiğimiz” zihnimizde aklımızda yer etmiş zihinsel intiba ve kanıların veya kapsamlı genellemelerimizin tümünü içeren bir anlam taşımaktadır.



Öte yandan; “tanım” bir sözcük veya sözcük grubunun veya bir işaretin, sembolün anlamsal (semantik) niteliğinin, izahı açıklamasıdır.

ÖNSÖZ

Bu eser, muhtevası, yaklaşım tarzı ve hacmi birlikte düşünüldüğünde, hiçbir dilde aynısı olmayan bir çalışmadır. Benzeri çalışmalar, ya tarzları yahut da hacim ve muhteveaları bakımından ikinci sırada kalmaktadır. Mesela Isfahanlı Râgıb'ın aşılmaz eseri el-Müfredât, hacmi bakımından geniş, muhtevası bakımından doyurucu olmakla birlikte Kur'ansal kavramları sadece filolojik ve edebi yönden incelediği için farklı bir türün ürünüdür; bir tür lügattır.

Kur'ansal kavramlar hakkında toplu, doyurucu bilgiler elde etmek, "tefsir okumakla" hem çok zor mümkün olur, hem de az veya çok ihtisas gerektirir.

Elinizdeki eser, bu zorluğu büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Her seviyede insan, bu eseri okuyarak, Kur'ansal kavramlar hakkında doyurucu, toplu bilgiler edinebilecektir. O halde bu eser, günümüz insanının Kur'an'ın mesajını ve muhtevasını gereğince kavraması açısından önemli bir kaynaktır.

Bu satırların yazarı, bütün çalışmalarında, özellikle bu eserin hazırlanışında, Kur'an'ı, insanlık dünyasına bugün inmiş gibi ele almış ve onun insana söylemek istediğini bu ruh ve şuur zemininde kalarak değerlendirmiştir.

Bu bakımdan hem geleneksel Doğu'nun hem de modern Batı'nın kabullerini ve tabularını dokunulmaz kılarak Kur'an'ı kayıtlı ve şartlı okuyanlar bu eserde sergilenen tespitleri kavramakta zorluk çekebilirler. Bu, onların sorunudur.

30 yılı aşkın bir zamanın çalışmaları sonucunda vücut bulan bu eserin tüm insanlığa yararlı olmasını diliyorum. şimdi ve ebediyete akıp giden zaman boyunca, bu eseri okuyanların, yazarına verecekleri ödül, onu sevgi ve dua ile anmaları olacaktır.

Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Paşabahçe, 2011



Etimofilolojik Kaynaklar

Stanford Encyclopedia of Philosophy
Aramice Sözlük
Arapça Sözlük
İngilizce Sözlük
İngilizce Etimoloji Sözlüğü
İngilizce-Arapça Kur'an'ı Kerim Kulliyatı

Yazarın Diğer Eserleri

DİN MASKELİ ALLAH DÜŞMANLIĞI "ŞİRK"
"MAUN" SURESİ BÖYLE BUYURDU
Saltanat Dinciliğinin Öncüsü "FİRAVUN"
Dinde reform Değil "İSLAM'DA TECDİT"
"KÖTÜLÜK TOPLUMU"
"DEİZM"
"ALLAH İLE ALDATMAK"

Âl-i İmrân Suresi 15-20. Ayetler

De ki: "Bu sayılanlardan daha iyisini size haber vereyim mi? Sakınıp korunanlar için, Rableri katında, altlarından nehirler akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan bir hoşnutluk olacaktır. Allah, kulları en iyi biçimde görmektedir." Kullar ki, şöyle derler: "Ey Rabbimiz, kuşkusuz olarak sana inandık. Bağışla günahlarımızı, ateş azabından koru bizi!" Kullar ki, sabredenlerdir, özü-sözü doğru olanlardır, ilahî huzurda duranlardır, nimet ve imkânlardan başkalarını yararlandıranlardır; seherlerde, bağışlanmak için yakaranlardır. Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına tanıktır. Meleklerle ilim sahipleri de adalet ölçüsüne sarılarak tanıklık etmişlerdir ki, o Azîz ve Hakîm olandan başka hiçbir ilah yoktur. Allah katında din İslam'dır/barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık/doymazlık/azgınlık/denge noktasından sapma/yalancılık/zulüm/kibir/zinakârlık yüzünden ihtilafa düştü. Kim Allah'ın ayetlerine nankörlük/Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, Allah, hesabı çabucak görecektir. Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: "Ben yüzümü Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar da." Kitap verilenlerle ümmîlere de sor: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır. Yüz çeviririlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını görmektedir.
(Yaşar Nuri ÖZTÜRK)


De ki: "Bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi? Korunanlar için Rableri katında altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah, kulları görür: Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru! diyenleri, Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için (mal) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah'tan bağışlanmalarını dileyenleri Allah) görmektedir. Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına şahiddir. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle şahiddir (ki O'ndan başka tanrı yoktur. O), azizdir, hakimdir. Allah katında din, İslamdır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah, hesabı çabuk görendir. Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben de özümü Allah'a teslim ettim bana uyanlar da." Kendilerine Kitap verilenlere ve ümmilere de ki: "Siz de İslam oldunuz mu?" Eğer İslam olurlarsa doğru yolu bulmuşlardır. Yok eğer dönerlerse, sana düşen, sadece duyurmaktır. Allah kulları(nın yaptıklarını) görmektedir.
(Süleyman Ateş)


De ki, size, o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında cennetler var ki, altlarından ırmaklar akar, içlerinde ebedî kalmak üzere onlara, hem tertemiz eşler var, hem de Allah'dan bir rıza vardır. Allah, o kulları görür. Onlar ki, "Ey Rabbimiz! Biz inandık, iman getirdik, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru!" derler. O sabredenleri, o doğruluktan şaşmayanları, o elpençe divan duranları, o nafaka verenleri ve seher vakitlerinde o istiğfar edip yalvaranları (görür). Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak O vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hakîm vardır. Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. Buna karşı seninle münakayaşa kalkışırlarsa de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim etmişimdir". Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmîlere de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kulları görendir.
(Elmalılı Hamdi Yazır)


Kul eunebbi-ukum biḣayrin min żâlikum lilleżîne-ttekav ‘inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ veezvâcun mutahheratun veridvânun mina(A)llâh(i) va(A)llâhu basîrun bil’ibâd(i). Elleżîne yekûlûne rabbenâ innenâ âmennâ faġfir lenâ żunûbenâ vekinâ ‘ażâbe-nnâr(i). Essâbirîne ve-ssâdikîne velkânitîne velmunfikîne velmustaġfirîne bil-eshâr(i). Şehida(A)llâhu ennehu lâ ilâhe illâ huve velmelâ-iketu veulû-l’ilmi kâ-imen bilkist(i) lâ ilâhe illâ huve-l’azîzu-lhakîm(u). İnne-ddîne ‘inda(A)llâhi-l-islâm(u) vemâ-ḣtelefe-lleżîne ûtû-lkitâbe illâ min ba’di mâ câehumu-l’ilmu baġyen beynehum vemen yekfur bi-âyâti(A)llâhi fe-inna(A)llâhe serî’u-lhisâb(i). Fe-in hâccûke fekul eslemtu vechiye li(A)llâhi vemeni-ttebe’an(i) vekul lilleżîne ûtû-lkitâbe vel-ummiyyîne eeslemtum fe-in eslemû fekadi-htedev ve-in tevellev fe-innemâ ‘aleyke-lbelâġ(u) va(A)llâhu basîrun bil’ibâd(i)
(Transliterasyon)


3|15|قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَٰلِكُمْ لِلَّذِينَ ٱتَّقَوْا۟ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّٰتٌ تَجْرِى مِن تَحْتِهَا ٱلْأَنْهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَٰجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَٰنٌ مِّنَ ٱللَّهِ وَٱللَّهُ بَصِيرٌۢ بِٱلْعِبَادِ

3|16|ٱلَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَآ إِنَّنَآ ءَامَنَّا فَٱغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ ٱلنَّارِ

3|17|ٱلصَّٰبِرِينَ وَٱلصَّٰدِقِينَ وَٱلْقَٰنِتِينَ وَٱلْمُنفِقِينَ وَٱلْمُسْتَغْفِرِينَ بِٱلْأَسْحَارِ

3|18|شَهِدَ ٱللَّهُ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ وَأُو۟لُوا۟ ٱلْعِلْمِ قَآئِمًۢا بِٱلْقِسْطِ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ

3|19|إِنَّ ٱلدِّينَ عِندَ ٱللَّهِ ٱلْإِسْلَٰمُ وَمَا ٱخْتَلَفَ ٱلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ إِلَّا مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ ٱلْعِلْمُ بَغْيًۢا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِـَٔايَٰتِ ٱللَّهِ فَإِنَّ ٱللَّهَ سَرِيعُ ٱلْحِسَابِ

3|20|فَإِنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِىَ لِلَّهِ وَمَنِ ٱتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوتُوا۟ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْأُمِّيِّۦنَ ءَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُوا۟ فَقَدِ ٱهْتَدَوا۟ وَّإِن تَوَلَّوْا۟ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ ٱلْبَلَٰغُ وَٱللَّهُ بَصِيرٌۢ بِٱلْعِبَادِ






{DÎN}: Sözlükte [DYN] kökü mastar olarak "Borç alıp vermek" manalarına geliyor. Kınamak, küçümsemek, borç vermek, borç almak (idâne), borçlanmak (tedâyün), alacaklı (dâin), borç (deyn), maneviyat (diniyye), borçlu (medyun), borçluluk (medyüniyye), maneviyat (din) ile ilgili işler (diyanet), borç (deyn) ile ilgili işler (duyûn), derlemek, toplamak (tedvin), alt, üst, arka, başka, ön, diğer, önce, ...sız (düne), istediğini yap (dünek e mâ turîd) , divan, meclis, kurul (dîvân) kelimeleri bu köktendir...

Dilciler "din" maddesini açıklarken daha çok borçlanma (istikrâz), itaat, kaza, hüküm, adet, yol, hal, ceza, mükâfat kelimelerini karşılık olarak kullanırlar (İbn-i Manzur, Rağıb, Halil b. Ahmed, Zebîdî).

Din sözcüğü Aramice ve İbranice'de ibadet, ritüel, dini kurallar sistemi, Akadcada yargı, yargılama anlamlarına geliyor. Şu halde töre, törü, torah, tengri, tao, tevrat, tin, din, şeriat, sünnet, mezhep, şia, nomos, namus, ahlak, ethos, ratio vb. kelimelerine biraz yakından bakmak din kavramını anlamamız için faydalı olacaktır.

Şöyle ki: Bu kelimelerin çeşitli milletlerin tarihinde birtakım değerli ve yüce sözcükler olduğunu görüyoruz. Bu kelimelerin ilginç bir şekilde anlam birliği bulunmaktadır. Genel olarak hepsinde de "yol, kural, örf, adet, yücelik, ululuk" anlamları vardır.

Öyle anlaşılıyor ki, insanlar tarih boyunca birlikte yaşamanın teminatı olacak "kanun üstünde kanun" arayışı içinde olmuşlar, bu arayışlarını farklı coğrafyalarda farklı sözcüklerle ifade etmişlerdir. Bu çokluk içindeki birliğin görülmesi gerekmektedir...

Örneğin Hint felsefesindeki temel kavram Rta, yol anlamına geliyor. Hint-Avrupa dil ailesinden gelen diğer batı dillerinde bu kökten rota, route, road, raund, ratio kelimeleri türetilmiş. Türkçe'ye geçen rol, rulman, rotasyon, rotatif, rulet, rulo sözcükleri de bu kökten bir yolu takip etmek, dönmek, çevrim vb. manalarına geliyor.

Rationun kaynağı olan ratis ise, Latince'de bağ çubuklarını boylarına göre düzenlemek, denk etmek anlamına geliyor. Felsefi olarak da eski Yunanda muntazam dizilmiş kolye anlamına gelen evren (cosmos), söz (logos), örf ve kural (nomos) ile ahlak(ethos)'ın uyumlu, denk hale getirilmesi anlamına geliyor. Yunanlı buna akıl (ratio) diyor. Bağ çubuklarının boylarını ratio ettiği gibi, cosmos, logos, nomos ve ethos'un arasını da "ratio"laştırıyor, yani rasyonel hale getiriyor, aklileştiriyor, uyumunu sağlıyor...

Hindistanı kuzeyden istilâ eden ve kendilerine temiz, saf anlamında Arya diyen kavimlerin görüşüne Brahmanizm dendiği bilinmektedir. Brahmanlara göre de evren, toplum ve insan rta denen düzene uyar. Rta doğru olan yol; akla uygunluk, varlığın gidişi ve zıtlardaki birliği görebilmektir. Evren bir kağnı tekeri (çarka, çark, çıkrık) gibidir, döner durur. Döndükçe evrende değişmeler olur. Bu değişmeler zaman, mevsim, hayat, toplum ve bilinçteki değişmeleri de beraberinde getirir. Hint felsefesindeki rta ile Yunan felsefesindeki ratio'nun yol, uyum, itaat, döngü, çevrim anlamında kullanılması ve bunun Arapça'daki dinin anlamını çağrıştırması dikkat çekici olmalı.

Din de Allah ile insan arasında giden (itaat, uyum) ve gelen (kural, ceza, yargı, hüküm), insan ile diğer insan arasında borç veren (dâin) ile borç alan (medyun) anlamında karşılıklılık (çevrim, iade) ifade eder... Eski Türklerde kullanılan törü, tüzen, tengri, Çin felsefesinde görülen thein ve tao ile İbrani muhayyilesinde beliren torah, tevrat kelimelerinin, hatta Yunanca'daki theo ile Latince'deki deinin hemen hemen aynı anlamlara gelmeleri de oldukça dikkat çekicidir.

Eski Türklerde tengri kelimesi gök ve tanrı olmak üzere iki ayrı anlama geliyor. Çincedeki thein de gök anlamındadır. Bu durumda töre veya törü, tengri'nin yolu, kuralları anlamındadır.

Türk de bu töreye uyan, bağlanan demek oluyor. Kazak ise bu töreden kaçan, uzaklaşan anlamındadır.

Çin filozofu Lao Tsenin şu sözleri de aynı mana etrafında dönüldüğünü gösteriyor; "İnsan yerin yasasına uyar. Yer göğün yasasına uyar. Gök Taonun yasasına uyar. Tao ezeli, ebedi, ölümsüz ve isimsizdir. Ben adını bilmiyorum, ama ona Tao diyorum..." Burada Tao kelimesi de büyüklük, yücelik, yol anlamındadır; tabiat yolu, yerin ve göğün uyumlu birlikteliği anlamında.

Eski Yunan ve Latince'deki Theo, Dei, Zeo, Zui kelimelerinin de aynı anlamda olması dikkat çekicidir. İbranice'de torah, Aramca'da orayta olarak geçen tevrat ismi de töre, kanun, kural anlamına geliyor. Bu kelimeye Yunanlılar kanun (nomos) diyor. Arapça'daki namus da aynı anlamda... Arapçada kullanılan din, şeriat, mezhep, sünnet, şia, menhec, namus vb. kelimeler de aynı şekilde yol, uyum, kanun, kural anlamındadır...

Bunların hepsinde anlatılmak istenen, insanoğlunun "kanun üstünde kanun" olan yüce bir yola, merciye yaslanması, Onu izlemesi, onunla uyum içinde olması, Onunla yürümesi gerektiğidir. Görüldüğü gibi bütün bunlar "din" kavramının mana ve mefhumunda mündemiçtir.

Şu halde din, esasında Arapçada alt-üst, arka-ön şeklinde dört yönü birden (düne) ifade ettiği gibi insanoğlu için de dört boyutlu bir ilişkiler ağının tümünü birden ifade etmektedir; geriye doğru (adet, töre), ileriye doğru (yol, yordam), yukarıya doğru (itaat, bağlılık) aşağıya doğru (hüküm, kural, ceza, mükâfat) demek oluyor. Bunların hepsini birden topladığı "tedvin" için bir tek kelimeyle durumu din diye ifade ediyoruz.

Demek ki, din kelimesinin bu kullanım yerlerine göre kiminde adet, kiminde yol, kiminde ceza, kiminde hüküm, yargı ve mükâfat anlamında kullanılması gerekmektedir. Hepsinde aynı kelimeyi kullanıp geçmek, sözcüğün zenginliğinden habersiz olmak demektir. İşte bu dört boyutlu anlamlar, değerler ve kurallar bütünü din, böylesi bir dinin etrafında toplanılan yer medine, bu yere mensup olanlar medenî, mensuplarınca ortaya konan tüm insanlık fonksiyonları da medeniyet olmaktadır...

Din ve ibadet anlayışımıza buradan girerek baktığımızda bir taraftan zahiri bir donma yaşanırken, diğer taraftan da batini bir buharlaşma yaşandığını görüyoruz. Bugün din ve ibadet anlayışı iyice daraltılmış, camiye, kandil gecelerine ve sayısı üçü-beşi geçmeyen birkaç ritüele indirgenmiş durumdadır.

Din ve ibadet denince, Müslümanın aklına cami, ezan, kandil, türbe, şeyh, yeşil sarık, başörtüsü, cin, peri, masal, mucize, kehanet, sır, musalla taşı, mezarlık ve yalnız - oda şekli kalmış - üç ibadet ritüeli (namaz, oruç ve hac) neden geliyor sanıyorsunuz ?

Oysa din ve ibadet bunlarmı demek ?

Çünkü modern dünya da dini böyle anlıyor. Onlara göre esasında din, modern dünyada bunlardan başka bir şey değildir. Modern öncesi orta çağlardan kalma büyülü bir dünya... Bunlar artık modern insanın sadece akıl-dışılığa, sır ve gizeme duyduğu merakı gideren birer "fenomen" olabilirler. İnsanları rahatlatırlar da. Sosyolojik olarak yararlı da olabilirler. Dine başkaca anlamlar yükleyip bu çerçevenin dışına çıkarmaya kalkmak mümkün değildir.

Siz olsanız sosyal hayatı ve hele de devleti sırla, gizemle, kehanetle, rüyayla, din adamları sınıfının keşif ve kerametleriyle, İkbal'in tabiriyle "donmuş kalmış 590 yıllık metinlerle", Akif'in tabiri ile "700 yıllık eserlerle avarelik ederek" yönetir misiniz?

Siz dininizi böyle anlıyorsanız dönüp moderne niye kızıyorsunuz ?

Modern de dinin esasında bunlardan başka bir şey olmadığını söyleyip duruyor. İslam'ı "dinlerden bir din" olarak görenler, onun "ibadetlerini" de kaçınılmaz olarak diğer dinlerin ibadetleri gibi bir ibadet olarak görürler...

Nasıl ki, diğer dinlerin görkemli tapınakları, din adamları sınıfı ve kendilerine özgü dini kıyafetleri, tütsülü, buhurlu ayinleri, kutsal gün ve geceleri, mucizeleri, kehanetleri vs. var, İslam da bu dinlerden biri olduğuna göre, onda da bunlar var, hatta olmak zorunda.

Böyle düşünenler, İran Kisrası'nın karşısına çıkan sahabenin, "Baldırı çıplak çöl bedevileri, sarayıma kadar niye geldiniz ?" sorusuna verdiği, "İnsanları dinlerin zulmünden ve krallara ibadetten (onlara kulluk ve kölelik yapmaktan) kurtarmaya geldik" cevabından bir şey anlamazlar.

Çünkü bunu söyleyen sahabenin dilindeki "din" ve "ibadet" hiç de bizimkine benzemiyor.

Bu, tamı tamına İslam'ın "la ilahe illallah" evrensel çağrısını yansıtan ve o günkü dünya kamuoyunu sarsan bir sözdür...

Bu, o günkü dünyanın batısına ve doğusuna hakim Bizans ile Sasani imparatorluklarının saraylarında yankılanan ve "çok büyük bir tehdit" olarak algılanan sözdür...

Bu iki imparatorluk geleneğinin asırlardır bölgeye hakim olmak için ürettikleri iki din olan Yahudilik ve Hıristiyanlığın tapınaklarında da yankılanan ve "meslek dışı" bir yerden (sokaktan) gelen bir tehdit olarak algılanmış bir sözdür...

O günkü Mekke'de Ebu Leheb gibilerinin başını çektiği Allah, Kabe, din ve ibadet istismarına dayalı tefeci bezirgan düzenine (Yed a Eb u Lehep ) "yıkılsın, yokolsun, kahrolsun " (tebbet) diye haykıran, gerçekten de çok büyük bir tehdit ve asla affedilmeyecek bir sözdür...

O sahabenin dilindeki "din" ve "ibadet" kelimeleri, Kur'an'ın kullandığı anlama paralel olarak kral saraylarında, ruhban tapınaklarında ve bezirgan sofralarında evet, böyle algılanmıştır. Tehdit değerlendirmesi gayet yerindedir, aynen algıladıkları gibidir. Bunu bizim söylememize gerek yok, tarihe bakın, olanlara bakın, durumun aynen algıladıkları gibi olduğunu görecekseniz. Yani korktukları şeyin başlarına geldiğini göreceksiniz.

Peki, ya şimdi?

Tarihi süreç içinde tersine bir gelişme yaşandığını görüyoruz. İndiği çağda zaten kullanılmakta olan din ve ibadet kelimelerini sarayların, tapınakların ve bezirganların dünyasından çekip alan ve ona bambaşka bir yön veren (aslına döndüren) Kur'an'ın, tarihi süreç içinde mehcur bırakılmasıyla (terk edilmesiyle), diğer ümmetlerin girdiği deliklere bizim de girdiğimizi ve dönüp dolaşıp onların din ve ibadet anlayışını benimser hale geldiğimizi görüyoruz.

Bugün din denilince insanların aklına, İslam da dâhil olmak üzere mabed, tapınak, din adamı, papaz, keşiş, haham, hoca, şeyh, sarık, cübbe, kandil, ayin, türbe, mucize, kehanet, keramet, buhur, tütsü, sır vs. geliyor.

İbadet denilince de, İslamda dâhil hepsi birbirine karıştırılarak, namaz, oruç, abdest, camiye, kiliseye veya havraya gitmek, günah çıkartmak, yağmur duasına çıkmak vs. akla geliyor.

Neden din denilince akla hak, hukuk, adalet, işgaller, zulümler, tecavüzler, yoksulluk, yolsuzluk, sokak çocukları, özürlüler, açlar, susuzlar, giderek artan boşanmalar, dağılan aileler, işsizler, zam, zulüm, işkence, plansız şehirleşme, trafik, gecekondu, sanat, edebiyat, şiir, felsefe, müzik, sinema, tarih, tabiat, uygarlık vs. gelmiyor?

"Güldürme adamı, dinin bunlarla ne alakası var?" diyeceksiniz...

Evet, "tapınak dinlerinin" yok ama "gerçek hayat dininin" var!

"Tapınma"nın yok ama "ibadet"in var!

("Nuzül Sırasına Göre YAŞAYAN KUR'AN Türkçe Meal-Tefsir, R. İhsan Eliaçık, s. 123-127, İNŞA YAINLARI)

{İSLÂM}

Hz. Peygamberin (s.a.v) çıkışı ile birlikte "yenilenen" kadim İbrahimî yola "İslâm dini", bu dine tâbi olanlara da "Müslümanlar" denilmiştir. Ancak bu, zamanla İslâm'ın da dinlerden bir din seviyesine indirgenmesine neden olmuştur. Artık bu bakışa göre İslâmiyet de,Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi Ortadoğu'da çıkmış tektanrıcı, semitik (Sami topluluklara mensup) bir dinin adıdır... Oysa İslâm, esas itibariyle kurumsal bir dinin değil, genel bir yolun adıdır. Bu yol, Âdem'den beri gelen, Allah önünde kendini arındıran, O'nun yaratıcılığını ve büyüklüğünü teslim eden, böylece insanlık içinde Allah ile birlikte yürüyen; O'nun değer, ilke ve kurallarını yaşayan ve yaşatan herkesin yolu olmak durumundadır.

Sadece Ortadoğu'da ortaya çıkan ve genellikle Arapların, Farsların ve Türklerin mensup olduğu dinlerden bir dinin "etiket" adı değil... Aslında İslâm, ilk ortaya çıktığında dinlerden bir din olarak değil, böylesi sıradan "dinlerin zulmünden" insanlığı kurtarmak için doğmuştur. Fakat sonraları, mensuplarınca, oda dinlerden bir din haline sokulmuş, imparatorlukların resmi dini haline getirilmiştir.

Oysa İslâm'ı, insanlık vicdanının son patlaması, sevgi ve merhametin evrensel sesi ve insanlık sağduyusunun anayolu olarak görmek icabeder. Sadece Ortadoğu'ya hapsedilemez ve Yahudilik ile Hiristiyanlık ayarında görülemez. Birkaç Ortadoğu ve Asya kavminin değil, tüm insanlığın yoludur. 

Demek ki, insanlığın tümü içinden her kim "Allah'a ve ahiret gününe inanıyor, elçiler arasında ayırım yapmıyor, kendini arındırıyor, ilâhî hakkı teslim ediyor, erdemli ve dürüst yaşıyor "ve böylece" Allah ile "yürüyorsa", bu yolun yolcusudur...

İster nüfus cüzdanında Hıristiyan, ister Yahudi, ister Budist, ister Hindu, ister Müselman yazsın fark etmez...
 ("Nuzül Sırasına Göre YAŞAYAN KUR'AN Türkçe Meal-Tefsir, R. İhsan Eliaçık, s. 849-850, İNŞA YAINLARI)