Tekil ve çoğul (emval) halde 80 küsur yerde geçer.
Mal, denge noktasından sağa veya sola sapma anlamındaki meyl (eğilim, eğilmek) kökünden türemiştir. Râgıb'ın şaheser ifadesiyle, "sürekli değişen ve ölümsüz olmayan değere mal denmesi bundandır." Râgıb bu noktada bir Arap darbımeselini (atasözü, özdeyişi) de anıyor: "Mal bir kahpedir; bir gün onun, bir gün bunun evinde sabahlar." (Râgıb; el-Müfredât, meyl mad.) Türk lirizminin erişilmez ustası Yunus Emre (ölm.1320) bu inceliğe şu ölmez dizelerle tercüman olmuştur:
Nerde bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan;
Var biraz da sen oyalan!"
Allah'ın sizin için ayakta durma aracı yaptığı mallarınızı kendini bilmez beyinsizlere vermeyin, o mallar içinden onlara rızık ayırın, onları giydirin ve onlara tatlı ve işe yarar bir söz söyleyin. (Nisâ, 5)
Ancak mal, bir vasıta olarak, insanın temel gayesi veya gayeleri için kullanıldığında olumlu bir anlam taşır. O, bir dünya süsüdür ki, ölümsüz değerlerin elde edilişine vasıta yapılmazsa olumsuz bir unsur haline gelir. (18/46)
Dünya hayatının şu su örneği gibi olduğunu onlara anlat: "O suyu gökten indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgârların savurup döllediği parçacıklara dönüştü. Allah her şey üzerinde Muktedir'dir, gücü her şeye yeter. Mal ve oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da. (Kehf, 45-46)
Malın temel gayeye varmak için kullanılmaması, bir imtihan aracının kötüye kullanılmasıdır. Çünkü mal, bir fitne olarak gösteriliyor. (8/28; 64/15)
Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihan aracıdır. Allah'a gelince, büyük ödül O'nun katındadır. (Enfâl, 28)
Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah'ın yanındadır. O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Teğâbun, 14-16)
Fitne, iyi ile kötüyü belirlemek için bir ayıklama yolu (bk. burada, Fitne mad.) olduğuna göre mal bir imtihan aracıdır. Bu yüzden, tıpkı çocuklarımız gibi, mal da bize bir deneme aracı olarak emanet ediliyor. (2/155; 3/186)
Yemin olsun ki, sizi korku, açlık; mallardan-canlardan-meyvelerden eksiltme türünden bir şeyle mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele. (Bakara, 155)
Yemin olsun ki, mallarınızda da canlarınızda da imtihan edileceksiniz. Ve yemin olsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de şirke batanlardan da incitici çok şey dinleyeceksiniz. Sabreder, sakınıp korunursanız işte bu, iş ve oluşların en zorlularındandır. (Âl-i İmrân, 186)
Bu şuurun yokluğu malı, hizmet etmesi gereken amaçların dışında kullanmaya yol açar. (57/20)
Bilin ki, şu iğreti dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden, bir süsten, aranızda bir övünmeden, mallarda ve evlatlarda çoğalma yarışından başka şey değildir. Bir yağmur misali ki, çıkardığı bitkiler çiftçilerin hoşuna gider. Ama biraz sonra o ot kurur, sapsarı kesildiğini görürsün. Nihayet bir ot ufantısı haline gelir. Âhirette şiddetli bir azap var, Allah'tan bir af ve hoşnutluk da var. Dünya hayatı bir aldanış/gurur aracından başka şey değildir. (Hadîd, 20)
Bu durum, servet ve refahla şımarma illetini getirir ve sonuçta toplum çöker.
Malı, sonsuzluğu elde etmek için bir araç olarak kullanmayıp onu gaye haline getirmek, insanoğlunun her devirde helakine sebep olmuştur. (2/69; 9/55; 104/3; 111/2)
Şöyle dediler: "Çağır Rabbine bizim için, neymiş onun rengi açıklasın bize." Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim, sarı, rengi parlak bir inektir; seyredenlere mutluluk verir." (Bakara, 69)
Onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. İş sadece şudur: Allah onlara şu iğreti hayatta azap etmeyi ve canlarının küfre sapmış bir halde çıkmasını istiyor. (Tevbe, 55)
Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini. (Hümeze, 3)
Ne malı kurtardı onu ne de kazandığı. (Tebbet, 2)
Malı ilah yapan ve bu sahte ilahıyla gururlanıp insanlara kibirle bakanların sonu çok acıklı olacaktır. Çünkü son hesap gününde Allah, insandan mal ve servet değil, temiz ve arı bir kalp isteyecektir. (9/34, 55; 26/88; 104/1-5)
Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap muştula! (Tevbe, 34)
Onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. İş sadece şudur: Allah onlara şu iğreti hayatta azap etmeyi ve canlarının küfre sapmış bir halde çıkmasını istiyor. (Tevbe, 55)
"Bir gündür ki o, ne mal fayda verir ne oğullar." (Şu’arâ, 88)
Yazıklar olsun arkadan çekiştirenlerin, kaş göz işareti yapıp alay edenlerin tümüne! O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı, Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini. Hayır, iş, sandığı gibi değil! Yemin olsun ki fırlatılıp atılacaktır o kırıp geçirene, yalayıp yutana/Hutame'ye. Hutame'nin ne olduğunu sana öğreten nedir? (Hümeze, 1-5)
Mal bir imtihan aracı ve emanet olduğuna göre onda bütün toplumun hakkı vardır. O halde, mal sahibi onu, insanlığın hayır ve hizmetinde kullanmak zorundadır. Bunun aksini yapıp malı "hizmet için seferber etmemek, yani infakı durdurmak" acı bir sonu hazırlamak olur. (9/ 34)
İnsan, malı çok seven ve onu elinde hapseden bir yaradılışa sahiptir. (89/20) Mal harcama imkânına ermek, insanın gurur ve saldırı duygularını kamçılamaktadır. (18/34; 90/6; 104/3)
İnsan böyledir; Rabbi kendisini deneyip de ona cömert davranır, nimet yağdırırsa: "Rabbim bana ikramda bulundu!" der. Ama Rabbi onu sıkıntıya uğratıp rızkını ölçüye bağlarsa: "Rabbim bana ihanet etti!" der. Doğrusu şu ki, siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz. Yoksulun doyurulmasını teşvik etmiyorsunuz. Mirası derleyip toplayıp yiyorsunuz. Malı, devşirip depolatacak bir sevgiyle seviyorsunuz. İş böyle gitmeyecektir! Yer birbirine çarpılıp dümdüz hale getirildiğinde, (Fecr, 15-21)
Onlara örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler serpiştirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş o adamdan hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin ortasından bir de nehir fışkırtmışız. Adamın başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşlarıyla konuştuğu bir sırada ona şöyle demişti: "Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü ve onurluyum." Ve böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum." "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim." (Kehf, 32-36)
"Yığınlarla mal telef ettim!" diyor. (Beled, 6)
Kuran, mal sahibinin malında fakirin doğrudan hakkı olduğunu bildirir. (6/141; 51/19; 70/24) Bu anlayış, artık değerin, Karl Marx'tan bin küsur yıl önce tespit ve ilanını ifade eder. Bu hakkın, mal sahibinden toplumdaki yoksullara aktarılması gereken asgarî ve resmî kısmı, zekât olmaktadır. Zekâtın miktarı, her toplumda şartlara ve ihtiyaçlara uygun olarak belirlenir. Kırkta bir diye değişmez bir oran yoktur. Kur'an, oranı içtihada ve maslahata, yani kamu yararına bırakmıştır. Bazı durumlarda ihtiyaçtan fazla malın tümüne el konabilir (bk. 2/29)
İhtiyaç sahibi için, yoksun için bir hak vardı mallarında onların. (51/19)
İşin gereği şu ki insan; aceleci / hırslı / sabırsız / tahammülsüz yaratılmıştır. Kendisine kötülük / hoşnutsuzluk dokununca basar bağırır. Kendisine hayır ve nimet ulaşınca ondan başkalarının yararlanmasına engel olur. Namazlarını / dualarını yerine getirenler müstesna. Bunlar, namazlarında / dualarında süreklidirler. Bunların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun için. (70/19-25)
O Allah'tır ki, yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı. Sonra göğe saltanat kurdu da onları yedi gök halinde düzenledi. O Alîm'dir, her şeyi çok iyi bilir. (2/29)
Malın, insanı yüceltici ve erdirici bir güç olarak hayata girmesi, onun Allah yolunda yani kamu için harcanmasıyla sağlanır. Çünkü Kur'an'da, sosyo-ekonomik ve sosyo-jüridik alanlarda "Allah, kamuyu ifade etmektedir". Kur'an'ın pek çok ayeti bu konuya parmak basmaktadır. (Örneğin, 2/261-274; 4/95; 8/72; 9/44-111)
"Mallarını Allah yolunda infak edip harcayanların durumu, yerden, her başağında yüz dane bulunan yedi başak çıkarmış bir daneye benzer. Ve Allah, dilediği kişi için daha da arttırır. Allah Vâsi'dir, yaratışını ve yarattıklarını genişletir; Alîm'dir, her şeyi en iyi biçimde bilir. Mallarını Allah yolunda harcayıp sonra bu harcadıklarına bir eziyet ve başa kakma eklemeyenlerin, Rableri katında kendilerine has ödülleri vardır. Korku yoktur onlar için; tasalanmayacaklardır onlar. Güzel, yapıcı bir söz, bir bağışlama, ardından bir eziyet gelen sadakadan daha üstündür. Allah Ganî'dir, cömertliğine sınır yoktur; Halîm'dir, hoşgörüsüne sınır yoktur. Ey iman sahipleri! Allah'a ve âhiret gününe inanmadığı halde, insanlara riya için malını infak eden kişi gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak varken tepesine şiddetli bir yağmur inip kendisini cascavlak bırakmış yalçın bir kayanın haline benzer. Böyleleri, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, küfre sapan bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve öz benliklerindekini kökleştirmek için infakta bulunanlara gelince, onların durumu kendisine bol yağmur isabet edip de ürününü iki kat veren bir bahçenin durumuna benzer. Böyle bir bahçeye bol yağmur düşmese de bir çisinti, bir nem bile yetişir. Allah, yapmakta olduklarınızı tam bir biçimde görmektedir. Herhangi biriniz ister mi ki; altından ırmaklar akan, içinde her tür meyvesi olan, hurmalardan, üzümlerden oluşmuş bir bahçesi bulunsun, kendisinin güçsüz-çaresiz yavruları da olsun ve bu haldeyken üstüne ihtiyarlık çöksün, tam bu sırada o bahçeye alevli bir bora isabet etsin de bahçe, baştan başa yansın. Allah size ayetleri işte bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz. Ey iman sahipleri! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkarmış olduklarımızın temiz ve güzellerinden infak edin. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pis/bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah Ganî'dir, cömertliğine sınır yoktur; Hamîd'dir, bütün övgülerin sahibidir/övgüye layık olanları gereğince över. Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size görünür görünmez çirkinliklere sürükler, Allah ise size kendisinden bir bağışlanma ve lütüf vaat eder. Allah, Vâsi'dir, Alîm'dir. O, hikmeti dilediğine verir. Ve kendisine hikmet verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiş demektir. Gönlünü ve aklını çalıştıranlardan başkası düşünüp anlayamaz. Hayır olarak harcadığınız, adak olarak adadığınız her şeyi, Allah mutlaka bilir. Zalimlerin yardımcıları olmayacaktır. Sadakaları açıklarsanız bu da güzeldir. Ama onları gizler ve yoksullara bu şekilde verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır; günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah, Habîr'dir, yapmakta olduklarınızdan gereğince haberi vardır. Onların iyiyi ve güzeli bulmaları, senin üzerine bir borç değildir. Tam aksine, dilediğini/dileyeni iyiye ve güzele kılavuzlayan Allah'tır. Nimet ve imkândan başkalarına bağışladığınız, esasında sizin öz benlikleriniz lehinedir. Allah'ın yüzünü arzulama dışında bir şey için infak etmiyorsunuz. İnfak ettiğiniz her nimet size tam bir biçimde geri verilir. Ve siz, asla zulme uğratılmazsınız. İnfak edilenler, Allah yolunda kapanıp kalmış, yeryüzünde dolaşamaz olmuş yoksullar içindir. İffet ve onurları yüzünden, cahiller bunları, zengin kişiler sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ve yırtıklık ederek insanlardan bir şey istemezler. Nimet ve imkândan infak ettiğiniz her şeyi, Allah çok iyi bilmektedir. Mallarını; gece ve gündüz, gizli ve açık infak edenler var ya, işte onlar için Rableri katında kendilerine özgü ödüller vardır. Korku yoktur onlar için; tasalanmayacaklardır onlar."
(2/261-274)
4. Nisâ Suresi, 95. Ayet
"İnananların; özür sahibi olmaksızın oturanlarıyla, Allah yolunda malları ve canlarıyla didinip gayret gösterenleri aynı değildir. Allah, malları ve canlarıyla yoğun gayret gösterenleri oturanlara derece bakımından üstün kılmıştır. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir ama yoğun gayret gösterenleri, çok büyük bir ödülle, oturanlardan üstün kılmıştır." (4/95)
8. Enfâl Suresi, 72. Ayet
"Onlar ki, inanıp hicret ettiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat ettiler; onlar ki hicret edenleri barındırdılar, onlara yardım ettiler, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edecekleri vakte kadar size onların yönetiminden bir şey düşmüyor. Ama sizden dinde yardım isterlerse, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir topluluk aleyhinde olmamak üzere, kendilerine yardım etmeniz gerekir. Allah, yapmakta olduklarınızı iyice görmektedir." (8/72)
9. Tevbe Suresi, 44-112. Ayetler
Allah'a ve âhiret gününe iman edenler; mallarıyla, canlarıyla cihat edecekleri için senden izin istemezler. Allah, takva sahiplerini iyice bilmektedir.
Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlar, kalpleri kuşkuyla karışmış olup da işkilleri içinde çalkanıp duranlar, sefere katılmak için senden izin isterler.
Sefere çıkmak isteselerdi elbette ki, bir sefer hazırlığına girişirlerdi. Ama Allah, harekete geçmelerini istemedi de onları yerlerine çiviledi ve "oturun, oturanlarla beraber" denildi.
Aranızda sefere çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacaktı; sizi fitneye uğratmak isteğiyle aranıza sokulacaklardı. İçinizde onlara gerçekten kulak verecekler de vardı. Allah, zalimleri iyice biliyor.
Yemin olsun ki, onlar önceden de fitne çıkarmak istemiş ve nice işleri sana, olduğundan başka türlü göstermişlerdi. Nihayet hak geldi, onların istememesine rağmen Allah'ın emri galebe çaldı.
İçlerinden bazısı: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme." der. Dikkat edin, fitnenin ta içine kendileri düşmüşlerdir. Ve cehennem o nankörleri elbete çepeçevre kuşatacaktır.
Sana bir iyilik isabet etse bu onları üzer. Sana bir musibet dokunsa: "İşimizi önceden sağlam tutmuşuz." derler ve kibirli bir sevinçle dönüp giderler.
De ki onlara: "Hakkımızda Allah'ın yazdığından başkası bize asla ulaşmaz. O'dur bizim Mevlâ'mız. Yalnız Allah'a güvenip dayansın inananlar."
De ki: "Bizim için iki güzelliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Biz de size Allah'ın, kendi katından veya bizim ellerimizle bir azap çarptırmasını bekliyoruz. Artık bekleyin, sizinle beraber biz de bekliyoruz."
Şunu da söyle: "İster kendi arzunuzla ister baskı ve zorla infak edin; sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, yoldan çıkan bir topluluk oldunuz."
İnfaklarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar, Allah'a ve resulüne nankörlük ettiler. Namaza/duaya ancak üşene üşene gelirler, infak edip dağıttıklarını da içlerinden gelmeyerek verirler.
Onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. İş sadece şudur: Allah onlara şu iğreti hayatta azap etmeyi ve canlarının küfre sapmış bir halde çıkmasını istiyor.
Kesinlikle sizden oldukları yolunda Allah'a yemin ederler. Gerçekte onlar sizden değillerdir. Doğrusu şu ki onlar, ödleri patlayasıya korkan bir topluluktur.
Eğer bir sığınak yahut bazı mağaralar veya girilecek bir delik bulsalar, yüzlerini döner o tarafa koşarlardı.
İçlerinden bir kısmı da sadakalar konusunda sana laf dokundurur. Ondan kendilerine verilmişse memnun olurlar. Verilmemişse hemen öfkelenirler.
Ne olurdu, bunlar, Allah ve resulünün kendilerine verdiklerine razı olsalardı da şöyle deselerdi: "Allah bize yeter. Allah bize lütfundan verecektir; resulü de. Zaten biz, gönlümüzü yalnız Allah'a bağlamışız."
Sadakalar/zekât malları Allah'tan bir farz olarak sadece şunlar içindir: Fakirler, düşkünler, sadakalarla ilgilenmeye memur edilenler, kalpleri yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlar, özgürlüğünü yitirmiş olanlar, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmış kişi. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
İçlerinden bazıları da o Peygamber'i incitirler ve şöyle derler: "O, her şeye kulak kesilir." De ki: "Hayır kulağıdır sizin için o; Allah'a iman eder, müminlere güvenir. İnananlarınız için de bir rahmettir o." Allah'ın resulüne eza edenler için korkunç bir azap öngörülmüştür.
Sizin gönlünüzü hoş etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer bunlar inanmış iseler Allah'ın ve resulünün hoşnutluğunu öne almaları daha uygun düşer.
Bilmediler mi ki, her kim Allah'a ve resulüne kafa tutarsa ona, içinde uzun süre kalacağı cehennem ateşi vardır. Büyük utanç işte budur.
İkiyüzlüler, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin tepelerine inmesinden çekinir dururlar. De ki: "Siz alay edin! Allah, o çekinip durduklarınızı ortaya çıkaracaktır."
Onlara sorarsan elbette şöyle diyeceklerdir: "Lakırdıya dalmış, şakalaşıyorduk, hepsi bu!" De ki: "Allah ile, O'nun ayetleriyle, O'nun resulüyle mi eğleniyordunuz?"
Özür beyan etmeyin; imanınızdan sona küfre saptınız. İçinizden bir grubu affetsek bile diğer bir grubu, günaha batmış kişiler oldukları için azaba uğratacağız.
İkiyüzlülerin erkekleri de kadınları da birbirinin aynıdır: Kötülüğe özendirirler, iyilikten alıkoyarlar, harcamamak için ellerini sıkarlar. Onlar Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu. İkiyüzlüler, yoldan sapmışların ta kendileridir.
Allah, erkek münafıklara da kadın münafıklara da küfre sapanlara da içinde uzun süre kalacakları cehennem ateşini vaat etmiştir. O yeter onlara. Allah lanet etmiştir onlara. Köklü bir azap var onlar için.
Tıpkı sizden öncekiler gibi. Onlar kuvvetçe sizden daha zorlu, mallar ve çocuklar bakımından daha zengindiler. Kendi nasipleriyle zevk sürdüler. Siz de kendi payınıza düşenle zevk sürdünüz. Tıpkı sizden öncekilerin kendi nasipleriyle zevklendikleri gibi. Tıpkı onların dalıp gittiği gibi siz de dalıp gittiniz. İşte böylelerinin amelleri dünyada da âhirette de boşa çıkmıştır. İşte böyleleri hüsrana batmıştır.
Gelmedi mi onlara kendilerinden öncekilerin haberi: Nûh kavminin, Âd'ın, Semûd'un, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altı üstüne gelmiş kentlerin. Resulleri onlara açık-seçik ayetler getirmişti. Allah onlara zulmediyor değildi; aksine, öz benliklerine onlar zulmediyorlardı.
Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyilik ve güzelliği belirlenene özendirirler, kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındırırlar. Namazı/duayı yerine getirirler, zekâtı verirler. Allah'a ve resulüne itaat ederler. Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Allah, mümin erkeklerle mümin kadınlara, altından ırmaklar akan cennetler vaat etmiştir. Sürekli kalacaklardır orada. Adn cennetlerinde de tertemiz barınaklar vaat etmiştir. Allah'ın bir hoşnutluğu ise hepsinden büyüktür. İşte budur o büyük başarı/o büyük kurtuluş.
Ey Peygamber! Küfre sapanlarla, ikiyüzlülerle cihat et! Onlara sert davran! Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir o!
Söylemediklerine ilişkin Allah'a yemin ediyorlar. Yemin olsun ki, o küfür sözünü söylediler. İslam'a girmeleri ardından küfre saptılar. Başaramadıkları bir şeyi tasarladılar. Oysaki intikam almaları için, Allah'ın ve resulünün, Allah'ın lütfuyla kendilerini zengin etmiş olmasından başka bir sebep de yoktu. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer yan çizerlerse Allah onlara dünyada da âhirette de acıklı bir azapla azap edecektir. Ve yeryüzünde onların ne bir dostu olacaktır ne de bir yardımcısı.
İçlerinden bazıları da Allah'a şöyle ant içti: "Eğer Allah, lütfundan bize verirse, elbette sadaka dağıtacağız ve elbette iyilik ve barış için çalışanlardan olacağız."
Lütfundan kendilerine verdiği zaman ise o lütfa cimrilik ederek yüz çevirmiş bir halde dönüp gittiler.
Nihayet, Allah, kendisine verdikleri söze ters düştüklerinden, yalana sapıp durduklarından, huzuruna çıkacakları güne kadar onların kalplerine ikiyüzlülük yerleştirdi.
Bilmediler mi ki, Allah onların sırrını da fısıldaşmalarını da bilir; Allah gaybları çok iyi bilendir.
Sadakalar hususunda içten bir cömertlik göstermiş müminlere laf atanlarla, öz gayretlerinden başkasını bulamayanları alay konusu edenlere gelince, Allah onları maskaraya çevirecektir. Onlar için acıklı bir azap da vardır.
İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecktir. Çünkü onlar Allah'ı da resulünü de inkâr ettiler. Allah, yoldan çıkmış böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez.
Allah'ın resulüne ters düşmek için arkada kalanlar, çöküp oturdukları için sevindiler; Allah yolunda, mallarıyla canlarıyla cihadı tiksindirici bulup şöyle dediler: "Bu sıcakta seferber olmayın!" De ki: "Hararet bakımından cehennem daha zorludur." Bir anlayabilselerdi!
Kazanır oldukları yüzünden artık az gülsünler, çok ağlasınlar.
Bundan böyle Allah, seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de savaşa çıkmak için senden izin isterlerse şöyle söyle: "Benimle birlikte asla çıkmayacaksınız, benimle birlikte herhangi bir düşmanla savaşmayacaksınız. İlk defasında oturup kalmayı yeğlemiştiniz. O halde geri kalanlarla birlikte oturadurun."
Onlardan ölen biri üzerine asla dua etme; böyle birinin mezarı başında da durma. Bunlar Allah'a ve resulüne nankörlük ettiler ve yoldan sapmış olarak ölüp gittiler.
Malları da evlatları da seni imrendirmesin. Allah bunlarla, dünyada onlara azap etmek istiyor. Kâfir olarak çıkaracaktır canları.
"Allah'a inanın, O'nun resulüyle yan yana cihat edin!" anlamında bir sure indirildiği zaman, onların imkân ve servet sahibi olanları, senden izin isteyerek şöyle demişlerdi: "Bırak bizi, oturanlarla beraber olalım!"
Geride kalan kadınlarla beraber olmayı yeğlediler. Kalpleri üzerine mühür basılmıştır. Artık anlayıp kavrayamazlar.
Fakat resul ve onunla birlikte iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. İşte bunlarındır tüm hayırlar. İşte bunlardır tam kurtulanlar.
Allah onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sürekli kalacaklardır orada. İşte budur büyük başarı.
Göçebe Arapların özür bahane edenleri kendilerine izin verilmesi için geldiler; Allah'a ve resulüne yalan söyleyenler oturdular. Onların küfre sapanlarına korkunç bir azap erişecektir.
Güçsüzlere, hastalara, infak edecek bir şey bulamayanlara, Allah ve resulü için öğüt verdikleri takdirde bir günah yoktur. Güzel davrananlar aleyhine bir yol yok. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Kendilerini bindirmen için sana geldiklerinde sen, "Sizi bindirecek bir şey bulamam" deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından, üzüntüyle gözlerinden yaşlar boşalarak geri dönen kimseler için de herhangi bir günah yoktur.
Ancak şu kimseler aleyhine yol vardır: Zengin oldukları halde senden izin isterler. Arkada kalan kadınlarla beraber oturmaya razı olmuştur bunlar. Ve Allah, kalplerine mühür basmıştır, artık bilemezler.
Dönüp yanlarına geldiğinizde sizden özür dilerler. De ki: "Özür dilemeyin. Size asla inanmayacağız! Allah bize sizin hallerinizden birçoğunu haber vermiştir. Yapıp ettiğinizi Allah da resulü de görecektir. Sonra görünmeyen ve görünen âlemleri bilenin huzuruna çıkarılacaksınız da O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.
Yanlarına döndüğünüzde kendilerini paylamaktan vazgeçesiniz diye Allah'a yemin edecekler. Vazgeçin onlardan, çünkü hepsi pisliktir! Kazandıklarının karşılığı olarak, varacakları yer cehennemdir.
Kendilerinden hoşnut olasınız diye karşınızda yemin ediyorlar. Siz onlardan razı olsanız da Allah, yoldan sapmış bir topluluktan razı olmaz.
Çöl Arapları; küfür, parçalanma/ikiyüzlülük yönünden daha şiddetli; Allah'ın resulüne indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
Çöl Araplarından öylesi vardır ki, infak ettiğini bir angarya/bir ceza ödeme sayar ve sizin başınıza belaların gelmesini bekler durur. En kötü bela onların başına olsun! Allah çok iyi işitir, çok iyi bilir.
Çöl Araplarından bazıları da Allah'a ve âhiret gününe inanır, harcadığını Allah yanında yakınlıklara ve resulün dualarına vesîle edinir. Dikkat edin! O harcadıkları gerçekten kendileri için bir yakınlık vesîlesidir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.
Muhacirlerden ve Ensar'dan ilklerle, güzel düşünüp güzel davranmada onları izleyenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O'ndan razıdırlar. Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sürekli orada kalacaklardır. Büyük kurtuluş işte budur!
Çevrenizdeki Bedevî Araplardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Sen bilmezsin onları. Ama biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler.
Diğer bazıları da günahlarını itiraf ettiler. Bunlar, iyi bir işle kötü olan diğer bir işi birbirine karıştırdılar. Belki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Bunların mallarından bir sadaka al ki, onunla kendilerini iyice temizleyip arıtasın. Onlar için dua et/onlara destek ol; çünkü senin duan/desteğin onlar için bir sükûnettir. Allah Semî'dir, Alîm'dir.
Bilmediler mi ki, Allah'tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allah'tır, O Tevvâb, O Rahîm...
De ki: "İş yapıp değer üretin; yapıp ürettiğinizi Allah da resulü de müminler de görecektir. Ve siz, görülmeyen âlemi de görülen âlemi de bilenin huzuruna döndürüleceksiniz, O size, yapıp ettiklerinizi bir bir haber verecektir."
Bir kısmı da umutları Allah'ın emrine bağlı, beklemektedir. Allah onlara ya azap edecektir ya tövbe nasip edecektir. Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir.
Bir de şunlar var: Tutup bir mescit yapmışlardır: Zarar vermek için, nankörlük/gerçeği örtmek için, inananları fırkalara bölmek için, daha önceden Allah ve resulüyle savaşmış kişiye gözetleme yeri kurmak için. "İyilik ve güzellikten başka bir şey istemiş değiliz!" diye gerile gerile yemin de edecekler. Allah şahittir ki, onlar kesinlikle yalancıdırlar.
Böyle bir mescitte sakın namaza durma! Daha ilk gününde takva üzerine kurulan bir mescit, içinde namaz kılman için çok daha uygundur. Temizlenmek arzusu taşıyan erler vardır o mescitte. Allah, temizlenenleri sever.
Peki, binasını Allah'tan gelen bir sakınma duygusu ve hoşnutluk üzerine kuran mı hayırlıdır yoksa binasını sel artıklarının ucundaki yarın kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı? Allah, zalimler topluluğuna kılavuzluk etmez.
Kurdukları bina, kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerinde bir kuşku olmaya devam edecektir. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da öldürürler, öldürülürler. Allah'ın; Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak olarak yazdığı bir vaattır bu. Ahdine, Allah'tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu antlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük başarının ta kendisi.
Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahet ederken oruç tutanlar, rükû edenler, secdeye kapananlar, iyiliğe özendirip kötülükten sakındıranlar, Allah'ın sınırlarını koruyanlar... Müjdele o müminleri! (9/44-112)
Malın olumsuz bir unsur haline getirilişine bir delil de insanların mal tefâhur (karşılıklı övünme) ve tekâsürüne (çokluk yarışı) girmeleridir. Bu tefâhur ve tekâsür, birincisi övünme, ikincisi yığıp çoğaltma yarışı olarak, insanı "fert ve toplum halinde kemiren illetlerdir". Bunlar, Kur'an'a göre, mal ve evlatta olur. (Hadîd, 20; 34/35; 102/1-2)
"Biz, hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek, onun servet ve refahla şımaranları mutlaka şöyle demişlerdir: "Biz, sizin elçilik yaptığınız şeyi inkâr ediyoruz!" Şunu da söylemişlerdir: "Biz, malca da evlatça da çoğuz. Azaba uğratılacak olanlar, bizler değiliz." De ki: "Rabbim, dilediğine rızkı genişletip açar, dilediğine ölçülü verir/kısar. Fakat insanların çokları bilmiyorlar." Sizi bize yaklaştırıp, katımızda size yakınlık sağlayacak olan, ne mallarınızdır ne de çocuklarınız. İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapanlar müstesna. Onlara, yaptıklarının kat kat fazlası ödül vardır. Onlar, seçkin odalarda güven içindedirler. Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için koşuşanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulacaklardır. De ki: "Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bolca-genişçe verir, dilediğine de kısarak verir. Bir şey infak ederseniz O, onun yerine başka bir şey lütfeder. Rızık verenlerin en hayırlısıdır O." (34/34-39)
"Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri, Öyle ki, ziyaret edip saydınız kabirleri. Ama iş öyle değil; yakında bileceksiniz! Hayır, hayır! İş öyle değil! Yakında bileceksiniz. İş, sizin bildiğiniz gibi değil! Ne olurdu, şaşmaz ve aldatmaz bir bilgiyle bilseydiniz! Yemin olsun, o cehennemi mutlaka göreceksiniz! Yine yemin olsun, onu gözünüzle apaçık göreceksiniz! Sonra o gün, nimetten kesinlikle sorguya çekileceksiniz!" (102, 1-8)
Ne ilginçtir ki, Kur'an, mal yığıp depolama illetinin tipik temsilcileri arasında Firavun, Karun gibi azmışların yanına din adamlarını da koymaktadır. Ayette Hristiyan ve Yahudi din adamlarının anılması bir özel sebeptir; ayetin genelliğini engellemez. Yani, tüm din temsilcilerinin dikkati çekilmektedir. Bunlar, insanların malını çeşitli hilelerle elde etmekle kalmaz, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak gibi bir büyük suçun da faili olurlar. Yani bunlar, din adamlığı kisvesi altında dini ve Allah'a giden yolu yozlaştırıp dikenleyen aldatıcılardır. Tevbe suresinin 34. ayeti, pekiştirilmiş ifadelerle şu ilginç tespiti yapıyor:
Bu ayet, komünizmin ortaya çıkışında kilise ve havranın oynadığı rolü ondört asır önceden haber veren mucize beyanlardan biridir. Komünizm, kilise ve onun himayesinde oluşan kapitalist zulme bir tepki olarak zuhur etmiştir.
Mal yemenin en kötü şekillerinden biri de yetim malına el koymadır. Ve bu, Kur'an'ın ifadesiyle, insanın, karnına ateş doldurmasıdır. (4/10) Kuran, yetim malına el sürmekten ısrarla sakındırmaktadır. (6/152; 17/34)
"Yetimin malına yaklaşmayın!" Ancak rüştüne erişinceye kadar en güzel yolla ilgilenme hali müstesna. Ölçme ve tartmayı tam bir dürüstlükle yerine getirin. Hiç kimseye yaratılış kapasitesinin üstünde yükümlülük getirmiyoruz. Konuştuğunuz zaman, yakınlarınız/aleyhine de olsa, adaleti gözetin. Ve Allah'a verdiğiniz söze sadık kalın. Düşünüp öğüt alasınız diye O size bunları önerdi. (6/152)
"Yetimin malına yaklaşmayın. Ancak rüştüne erişinceye kadar, güzel bir yolla ilgilenebilirsiniz. Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir." (17/34)
Mala sahip olanların mülke (yönetim erkine) sahip olmayı kendilerinin bir hakkı gibi gördüklerine de dikkat çekilmiştir. Mal sahipleri bu sanal haklarını kullandıklarında yönetimler hikmet, adalet ve bilgi üzerine oturur olmaktan çıkıp daha fazla mal elde etme hırsını tatmin aracına dönüşecektir. Yani siyaset ve yönetim yozlaşarak insan aleyhine işleyecektir. Bir peygamberin ağzından ifadeye konan şu tespite bakın:
Bu ayet, Kur'an'ın siyaset ve yönetimden ne anladığının en açık göstergelerinden biridir. Kur'an'a göre, yönetim, ilim ve zekâdan nasipli olanlara teslim edilmelidir, mal ve parası çok olanlara değil. İşler mal ve parası çok olanlara teslim edilirse siyaset ve yönetim, mal ve parayı biraz daha artırmanın aracı olmaktan kurtulamaz. Mal ve para sahiplerinin, yönetim erkinin kendilerine verilmesi gerektiğinde ısrarları sebepsiz değildir. Bu ayeti Mâûn suresi mesajıyla birlikte düşündüğümüzde şunu söyleyebileceğiz:
Yönetimlerini, kamu mal ve imkânlarını talan edecek kadrolara teslim eden toplumlar lanetli toplumlardır. Bu konuda ayrıntılar için Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün 'Mâûn Suresi Böyle Buyurdu' adlı eserine bakılmasını önemle tavsiye ederiz.
Lanetli toplumların siyasette ehliyet yerine mal ve evlat çokluğuna (maddi güce) paye vermelerinin nelere mal olacağı, âdeta siyaset felsefesi dersi verircesine, ıstırabıyla tufan getiren peygamber Hz. Nuh'a söyletilmektedir. Mustarip-mazlum bir nebinin yakarışı halinde. Ve lanetli siyasetlerin nasıl yürütüldüğünü gösteren eşsiz bir beyyine halinde:
Aynı mesajı taşıyan bir yakarış, ama bu kez sitemli bir yakarış da Hz. Musa'dan:
Hüsran ve lanetin gerekçesi son derece açık değil mi? Yönetimlerini bir peygambere (hikmet, bilgi ve adalet timsali bir öndere) teslim etmek yerine mal ve evlat çokluğuyla tahakküm ve ceberut kuran birine/birilerine teslim ettiler. Platon ne diyordu: "Ya krallar filozof olmalı yahut da filozoflar kral." Kur'an'ın dediği de işte bu. Nuh'un şikâyeti de bu: "Hikmet ve adalet sahibini başlarına getirmek yerine mal ve parasıyla kasılan melunu getirdiler" diyor. Getirdiler ve belalarını buldular.
Aynı yolu izleyenler bugün de belalarını bulmaya devam ediyorlar.
Kur'an, Mâûn suresinde kullandığı 'veyl' kelimesini kullanarak, "malını, parasını bir üstünlük sebebi sayanları başka bir vesileyle yine lanetlemiştir. İniş sırasıyla 32. sure olan Hümeze, cehennemin kimleri beklediğini gösterirken parmağını, mal ve parasıyla şımarıp herkesi küçük gören melunlara uzatmaktadır. Yorumsuz okuyalım:
Denge noktasından sapmak anlamında bir kökten türeyen malın, kendi ümmetinin bütün dengelerini altüst edeceğini daha ilk günden fark eden Son Peygamber, malı âdeta en büyük put gibi göstermiş ve ona karşı dikkatli davranmayı baş tavsiyesi yapmıştı. İşte birkaç örnek:
"Ey insanlar! Sizin için korktuğum tek şey, Allah'ın, önünüze çıkaracağı dünya süs ve nimetleridir. Bir malı hakkı olarak elde edene o mal mübarek kılınır. Fakat hakkı olmayan bir mala el koyan kişi hep yiyen, ama hiç doymayan birine benzer." (İbn Mâce, fiten 18)
"Iran ve Bizans hazineleri elinize geçtiğinde nasıl bir topluluk haline geleceğinizi biliyor musunuz? Allah'ın istediği topluluktan başka bir şey olacaksınız o zaman. Çekişeceksiniz, hasetleşeceksiniz, birbirinize sırt çevireceksiniz ve nihayet kin ve öfkeyle birbirinize girip muhacirlerin barınaklarına üşüşerek birbirinizin boynunu vuracaksınız." (İbn Mâce, fiten 18)
Hz. Muhammed'in bu mucize haberleri, kaynaklarda "mal fitnesi" başlığı altında veriliyor.
Ümmeti kavgaya, kine, nefrete ve nihayet can alıp kan dökmeye götürecek iç felaket budur. Mal fitnesi, aynı zamanda hem psikolojik hem de sosyolojik bir felakettir: İnsandaki hırs zeminine oturduğu için psikolojiktir, ümmeti birbirine düşürdüğü için sosyolojiktir. Demek ki, mal fitnesi hem çekirdek olan bireyi mahveder hem de kozmik emaneti evrensel boyutlara yüceltecek olan toplumu...
Buna dayanarak diyebiliriz ki, Muhammed ümmetinin savaşacağı en büyük putlardan biri, belki de birincisi, mal putu olmalıdır. Müslüman nesillerin bu amansız putla gereğince savaştıklarını söylemek bahtiyarlığından, ne yazık ki, yoksunuz..
Mal putu, hırs zeminine oturduğu için, şöhret ve mevki putları da onun çocukları, uzantıları olarak düşünülmelidir. Çünkü onları dölleyen karanlık ruhlu ana da hırstır.
Mala tutsak olmamak, Kur'an'daki fakr (Allah karşısında yetersiz olduğumuzun şuuruna varmak) gerçeğini yaşamakla olur. Bu, Kur'an'ın istiğna (kendini hiç kimseye muhtaç olmayacak bir düzeyde görmek) dediği illetten kurtulmaktır. İstiğna, insanı azdırıp zulme bulaştıran bir beladır, (bk. 96/6-7) Ve istiğnadan kurtulmanın biricik yolu, fakra sığınmaktır.
Fakrın esasını şu ayetler oluşturur:
"Allah Ganî'dir; yoksul olan sizlersiniz." (Muhammed, 38).
İbn Arabî bu ayetlere dayanarak "İnsanın, Allah karşısında bir tek sıfatı vardır: Fakirlik" demiştir. (İbn Arabî, el-Fütûhât, 2/654)
Fakr kavramının özü budur. Mal sahibi olmamak, aç susuz durmak, çalışmayı terk, Kur'an'ın anladığı fakra terstir. Fakr, Allah'tan kaynaklanan değerleri, maddeden kaynaklanan değerlerin üstünde tutmaktır.
Önemli olan, insanın gönül denen özünde hangi sevdanın yattığıdır. Ve önemli olan, insanın ölümlüye teslim olmamasıdır. Ölümsüzlüğe aday insan, ölümlüye teslim olmak pahasına gelen veya sunulan hiçbir nimeti kabul etmez. Çünkü böyle bir nimet, en büyük nimet olan sonsuzluğun yolunu tıkadığı için, esasında bir bela ve kahırdır. Bu sırrı en iyi yakalayanlardan biri de Alman filozofu Nietzsche'dir. Şöyle diyor:
"Teslim olmaktansa, perişanlığa düşün daha iyi." (Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, 310)
"Sana, sevgim ve ümidimle yemin ederek söylüyorum: Ruhundaki kahramanı terketme. En yüksek ümidini kutsal tut." (Age. 56)
Bu teslim olma zehiri, Hz. Peygamberi çok ürkütmüştür. Bir yerde şöyle diyor:
Büyük Muhammedi şuurlar, Hz. Peygamber'in dikkat çektiği bu tehlikeyi erkenden görmüşlerdir. Onlar, iman ve İslam adına, dünya saltanatı kurmak için dişlerini gizli gizli bileyen bir melun güruhun pusuda beklediğini ve ümmeti vuracağını sezmişlerdir. Bu sezgiyi, tarihin ilk büyük toplumcu mücadelesinin motoru yapan ölümsüz ruh, büyük sahabî Ebu Zer el-Gıfârî (ölm. 32/652) oldu. Onun ölümsüz mesaj ve mücadelesi, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün 'Ebu Zer' adlı eserinde genişçe incelenmiştir.
Muhammedi şuurun en derinden sahibi olanlardan biri de Ebu Zer'in imandaşı, arkadaşı, onunla aynı yıl ölen Ebudderda idi. Annesinin bir dünyalık isteğine şu cevabı veriyordu: